Issız Adam'da 'sevemeyen adam' Alper'i, Quantum of Solace'da ise suçluluk duyguları içinde bir başka kahramanı, James Bond'u izliyoruz bu hafta... ..
Mustafa'nın fragmanı, gerek 'karga kovalayan çocuk' teması, gerek Can Dündar'ın seslendirdiği Atatürk temalı duygusal kompozisyonla, beklendik olanı vermenin tavizsiz bir örneği. Hatta şaşırtmama konusunda öylesine ileri ki, tam tersine filmle ilgili merakı kışkırtıyor. Şaşırtıcı olan, filmin, genellikle Atatürk'ün sızlayan kemikleri üzerinden yorum yapan köşe yazarlarınca veto edilmiş olması. Bu tuhaflık, haliyle filmi daha da merak uyandırıcı hale getiriyor. Tüm bunlara rağmen Mustafa'yı henüz görememiş olmaktan, elbette rahatsızım. Fakat "Atatürk çok yalnızdı / hayır değildi" tartışmalarına yabancı kaldıysam bile, bu hafta gelen iki 'yalnız adam' filmiyle, temaya adım adım yaklaştığımı hissediyorum.
Çağan Irmak'ın Issız Adam'ı, derdinin epey bir kısmını ismiyle anlatıveriyor. Kelime seçiminden, 'adam'ın kulağının çekileceğini bilerek izliyorsunuz filmi. Basın bülteni, filmin 'modern hayatın yalnızlaştırdığı insan'ı anlattığından bahsediyordu ama, aslında filmde olan bitenin modernizmin kötü alışkanlıklarıyla pek bir ilgisi yok. Issız Adam, 'sevemeyen adam'ın mahkemesi. Bu kırık aşk hikâyesinin kahramanları, çocuklar için kahraman kostümleri hazırlayan ve erkeklere gıdım güvenmeyen Ada (Melis Birkan) ile, aşçısı olduğu ünlü bir restoranı işleten ve kadınlarla - tercihen parasını ödediği- saldırgan seks seansları dışında hiçbir alaka kurmak istemeyen Alper (Cemal Hünal). Alper günün birinde, o bildiği kızlardan olmadığı aşikâr Ada'yı bir sahaf dükkânında görünce âşık olup, inatla peşine düşüyor. Sahaftaki karşılaşma, Irmak'ın kahramanlarını eski plaklar, ikinci el ürünlerin 'bir hikâyesinin oluşu', dijital değil de mekanik fotoğraf makinesi kullanmanın erdemleri gibi 'duyarlı insanın el kitabı'ndan talimatlarla yakınlaştırıp, ah ne varsa eskilerde var demeye getireceğinin habercisi.
(Sahafta başlayan flört aşamasındaki diyaloglar, kimi Türk filmlerinde pek az konuşma olması 'artistliğinden' şikâyet edenlere ceza olsun.)
FİLMİN SORULARI YOK
Çağan Irmak, Asmalı Konak günlerinden bu yana, özellikle kadın seyirciyle yakın bir bağ içinde sayılır.
Örneğin hit filmi Babam ve Oğlum'un seyircileri arasında, büyük ihtimalle son 30 yıldır sinemaya gitmemiş Türk annelerinin sayısı gözden kaçmayacak kadar çoktu. Lakin "Çağan Irmak'tan bir aşk filmi", sinemamızdaki yaygın kadın düşmanlığının, ya da 'üç maymunlayarak' anlamaz / bakmazlığın diyelim, alternatifi sayılmaz. Irmak, Issız Adam'ın hikâyesini öyle bir yere bağlıyor ki, film çoook eski melodramların finallerine layık bir alana geçiyor. Issız Adam, hikâyesindeki durumları değerlendirmede, ıssız bir film. Yine de Irmak'ın her zamanki gibi kendi derdini aktarmayı becerdiği de bir gerçek. Hem de gayet net biçimde. Ama galiba sorun da bu. Filmin soruları yok, onun yerine biliyor da biliyor; seyirci tenhada kalıyor.
Haftanın diğer yalnızı James Bond (Daniel Craig) da, en az Alper kadar suçluluk hisleri içinde fakat bildiğiniz gibi, James'in tek tabanca hayatı çok da şikâyet edilecek gibi değil.
Yeni macerası Quantum of Solace'da, bir önceki bölüm Casino Royale'de kurtaramadığı aşkının intikamını almak için ter döküyor. İyi bir Bond filmi, daima beklentileri güzelce karşılayan Bond filmidir. Quantum of Solace da, serinin kurallarına ustaca, ne eksik ne fazlayla itibar ediyor.
Dominic rolündeki Mathieu Amalric, 'her an delirebilirim' diyen gözleriyle, eğlenceli ve hakiki bir Bond kötüsü örneğin. Film, Bond'a nostaljik parıltısından bir şey kaybettirmediği halde, bir yerde serinin güncelliğini de koruyor; Quantum of Solace, dünya düzenine veya Bond'un faaliyetlerinin mana düzeyine en karamsar bakan bölümlerden biri.
Yayın tarihi: 9 Kasım 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/09/pz/haber,DF58A6E7AB2B46E0AB3FD722DDA51191.html
Tüm hakları saklıdır.