Kürsüde kendisini dinlerken iki eksikliği birden hissettim.
İlki, bir zamanlar adını neredeyse aile fertlerimizin birinin isminden bile daha fazla söylerken bir anda unutmamızdı.
Diğeri ise koltuğunu bıraktığı kişinin adını geçmişte kendisini andığımız kadar dile getirmiyor olmamızdı...
Bu
Türkiye'nin içinden geçip geldiği sürecin sonucu muydu?
Yoksa kendisinin de dün kürsüde söylediği gibi,
"siyasetçilerin inandırıcı olmamasının" getirdiği noktanın sonucu mu?
Sözünü ettiğim kişi, eski İlerlemeden Sorumlu Komiser, AB Komisyonu Yardımcısı
Gunter Verheugen ...
Önemi arttı TOBB ETÜ'de
Avrupa Birliği İş Geliştirme Merkezi tarafından düzenlenen forumda bir zamanlar müzakerelerini yürüttüğü
Türkiye'yi anlattı.
Hem coğrafi (Kafkaslar) hem de ekonomik olarak ortaya çıkan krizlerin
Türkiye'yi AB için
"Anahtar ülke" konumuna getirdiğinin altını çizdi.
Türkiye'nin AB ile entegrasyonunun; yani bütünleşmesinin kaçınılmaz olduğunu söyledi.
Hatta
"AB'nin güvenliği için stratejik öneme sahip Türkiye ile ilişkisini daha farklı bir boyuta da taşıması gerektiğini" belirtip ekledi:
"İsveç'in bir üniversite kenti ile İskoçya'daki tarım kenti arasındaki fark İstanbul-Münih arasındakinden çok daha derindir." Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasının şartını da yine kendisi koydu:
"Genişlemenin başarılı olması için arkasındaki siyasilerin inanması ve inandırıcı olması gerekir..." Zaten bu sözleri de salonda alkışın kopmasına yetti.
AB'deki bazı siyasetçileri
Türkiye üzerinden oy kapma çabasında olmakla suçladı.
Türkiye hakkında halklarına doğru bilgiler aktarmadıklarını belirtti.
Aslında hemen ardından gelen sözlerine bakınca da,
"Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" diyerek,
Türkiye içine de mesaj verdiği görülüyordu:
"20'nci yüzyıl Türk siyasi sistemi 21'inci yüzyılda olduğu gibi kalamaz. Önemli olan demokratik, özgürlükçü, insan haklarına saygılı hukuk devleti olabilmektir..." Kendini ifade Verheugen'den hemen önce kürsüye gelen
Almanya Odalar Birliği (DIHK) Başkanı
Ludwig Georg Braun'un sözleri de bunu aratmıyordu.
Alman zenginleri arasında ön sıralarda bulunan Braun,
"Kendinizi tanıtmayı başaramıyorsunuz" dedi.
Almanya'da 3.5 milyon nüfusu bulunan bir ülke olarak
Türkiye'nin başarıyı elde edemediğinin de altını çizdi.
Aslında söylenenler Ankara'nın 2004'ten bu yana biraz askıya almış görüntüsü verdiği AB sürecine ilişkin gerçeklerden başka bir şey değildi.
Siyasetin önündeler Gelinen noktanın
Türkiye'yi hangi sürece iteceğini ise TOBB Başkanı
Rifat Hisarcıklıoğlu bir örnekle aktardı. Avrupa Şirketler Meclisi'ne katılan 750 firma arasında yapılan anket sonucu, şirketlerin yüzde 66'sının yatırımlarını revize ettiğini, yüzde 50'sinin ise kredi imkânlarında daralma olduğunun ortaya çıktığını açıkladı.
Ardından söylediği cümle ise her şeyi anlatıyordu:
"Bunların hepsi Türkiye'de ortaklığı ve yatırımı bulunan firmalar..." Bu gelişmeler nedeniyle,
"Türkiye'nin Lizbon sürecini içselleştirmesi gerektiğini" belirtti.
Yani 2000 yılında Avrupa'nın işgücü, sermaye ve ürün piyasalarında gerçekleştireceği reformla rekabetçi gücünü artırmayı hedefleyen süreci
Türkiye'nin de benimsemesini istedi.
Türkiye'nin İlerleme Raporu'nun taslağının ortaya çıktığı gün Ankara'da işadamları AB konusunda siyasetin önündeydi.
Yayın tarihi: 31 Ekim 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/31//haber,DC85D8DF3DF04B48B9EAFC8B73570F1F.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.