Eskiden
"insanlar daha çok et yiyebilsinler" diye mücadele ederlerdi (laf çocuklara gelince buna
"şeker de" eklenirdi), sonra etyemezliğe döndüler...
Çünkü,
"dahiler" et yemezlermiş.
Et yediremeyince, et yememenin erdemleri gündeme geldi!
Et yemek insanı hırçın ve kavgacı yapıyordu, herhalde başbakan da kebabı fazla kaçırdığı için Aydın Doğan gibi
"rakiplerine" saldırıyordu. Milli birlik ve beraberliğe her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, iç ve dış düşmanlarımıza karşı koyabilmek için, herkesin büyüklerini saydığı, küçüklerini sevdiği eski huzur dolu CHP dönemine, pardon, mutlu günlere dönmek amacıyla, et yememek gerekirdi...
Bunu durup durup yazdılar.
Yaşlar ilerliyordu, artık gırtlağı tutmak gerekirdi tabii ama gençler de et yememeliydi...
Çünkü Gandhi de yemezmiş, efendime söyleyeyim, Einstein da, Theodorakis de.
Fakat geçen gün bir burjuva hanım pat dedi gitti, daha elli bir yaşında...
Yirmi bir yıldır hiç et yemediği için böbrekleri iflas etmiş.
Üstelik çikolata fabrikatörüymüş (pardon, fabrikatris), ürettiği çikolatanın tadını bilmezmiş...
Bu hanımları Etiler ve Levent dolaylarında birtakım şık
"kafelerde" görürsünüz, önlerinde kocaman salata tabakları... Kimisi patrondur, kimisi de kendine patron süsü vermeye çalışır. Kocaman tahta kaşık ve çatallarla hababam karıştırıp dururlar o salataları...
Sonra kalkarlar ve bitmez tükenmez toplantılardan birine giderler. Hesabı da
"şirkete geçirirler".
Et yemeyenlerde erken bunama, kansızlık ve sinir sistemi bozuklukları görülüyormuş, Oxford Üniversitesi'nin bir araştırması söylüyor.
Belki Urfa'da Oxford olmadığı için Urfa kebabı yaygınlaşmıştır ve belki de et yememek erken bunamaya yol açtığından CHP diktası, pardon, eski
Türkiye, herkesin birbirini sevdiği ve saydığı bir
"altın çağ" gibi hatırlanmaktadır...
"Hayvansal gıdalar" alınmazsa beyin, bırakın erken çözülmeyi, hiç gelişemiyormuş.
Biz de, hayatında ilk kez etle tanışan ve büyük bir iştahla et tüketmeye koyulan köylümüze
"piknik yapıyor ayılar" diye küfür etmeyi tercih etmedik mi?
"Mangal yapmanın" nasıl yüzyıllara yayılmış bir açlığın, bir eksikliğin, bir arayışın ifadesi olduğunu hiç düşünemedik.
Bulgur pilavına talim etmekten anası ağlamış ve
"pirinç pilavı" bulduğu zaman havyar bulmuş gibi sevinen köylü, elbette ete yumulacaktı... Tarihinde ilk kez!
Çünkü dahi mahi olmak istemiyordu, gözünü ve karnını doyurmak istiyordu.
Halk ete saldıradursun, burjuvazi ve devrimci arkadaşlar etten kaçmaya başladılar.
Etten kaçanların kimisi şarkıcı ve köşe yazarı oldu, kimisi de öldü işte.
Sahi, Gandhi
"sitar" çalar mıydı yahu? Einstein keman çalardı, onu biliyoruz da...
Yayın tarihi: 17 Eylül 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/17//haber,FA45B5538BFB43F19EEA9D1C1A1F8206.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.