Son bir yıl içinde işlenen kanlı cinayetler, 'İnsanların aklına bu fikirleri filmler mi sokuyor?' sorusunu gündeme getirdi. Ama A Clockwork Orange'dan Natural Born Killers'a, filmler ve şiddet arasındaki bağlantı hiç de göründüğü kadar basit değil..
Trabzon'da bir otel odasında 39 yaşındaki İlknur Toptan, sevgilisi Sinan G.'nin ettiği hakaretlere dayanamayarak kendisini kaybetti, Sinan'ın penisini tutarak bıçağı salladı, elinde kalan penisi de açık camdan dışarı fırlattı. Mayıs ayında, Bursa'da annesi Asiye F. ile yaşayan ve garson olarak çalışan M.F., azar işitince çok sinirlendi, mutfak bıçağını annesinin karnına sapladı. Ardından cesedi banyoya götürdü, bir satırla parça parça böldü, altı poşete doldurdu ve üst kata taşıdı. Zonguldak'ta bir liseli çocuk aynı ay annesini öldürüp cesedini yakmış, nisan ayında 25 yaşındaki Z. Dayı kendisini evlendirmediği için annesini öldürmüş, ondan bir hafta önce 33 yaşındaki Benal Sönmez annesini parçalara ayırmıştı... Son bir yılda işlenen bu tür kanlı cinayetlere bakan pek çok kişi hemen şöyle dedi: "Televizyondan, filmlerden görüp öğrenmişlerdir." Gerçekten de her akşam yatmadan önce katillerin teknolojinin son nimetleri aracılığıyla yakayı ele verdikleri
CSI'dan yepyeni cinayet yöntemleri öğrenmiş, seyrettiği Quentin Tarantino filmlerinde şiddete pekala da gülünebileceğini keşfetmiş,
Funny Games'de (
Ölümcül Oyunlar) felsefi bir deney yapmak,
Saw'da (
Testere) ise hayattan intikam almak amacıyla insanların birbirlerine her tür şiddeti uygulayabildiklerini görmüş durumdayız.
Televizyon izleme alışkanlığı olan bir çocuk, 18 yaşına gelinceye dek 10 bine yakın cinayete ve 100 bin kadar şiddet eylemine tanıklık ediyor. Ama şiddeti filmlerde görmekle hayatta uygulamak arasındaki bağlantı gerçekten de bu kadar basit mi?
KOCA BİR LİTERATÜR VAR Aslında konu o kadar karmaşık ki,
televizyon ve sinemada gösterilen şiddetin gerçek hayattaki etkileri üzerine 3 bine yakın kitap ve makale kaleme alınmış durumda.
Science türü dergiler dönem dönem bu alandaki yeni bulgulara yer veriyor ve şiddet içeren filmleri yasaklamak için bahane arayan dindar muhafazakârlarla şiddetin gerçek hayattan kopuk bir şey olduğunu söyleyen siniklerin meraklı bakışları altında bu yeni sonuçları yayımlıyorlar. 2003 yılında ABD'de yapılan bir araştırmada bilim adamları 15 yıl boyunca 329 deneğin hayatlarını inceledi. Kanlı
televizyon dizilerini daha çok seyredenlerin bir şiddet olayına karışmalarının daha yüksek olasılık olduğu bu araştırmada ortaya çıktı; buna göre bu tür programları çok seyreden kızlar kocalarının üzerine ellerine ne geçerse fırlatıyor, erkekler ise karılarını dövüyordu.
CİNAYETİ KOPYALADILAR Ancak bilim adamları aslında en önemli faktörü, filmler ve toplumsal hayat arasındaki karmaşık bağlantıları göz ardı ediyordu. Örneğin şiddeti havalı göstermekle eleştirilen
Natural Born Killers (
Katil Doğanlar) filmi, yönetmeni Oliver Stone'a göre aslında "şiddeti olağan gösteren
televizyon programlarını eleştirmek için" çekilmişti. LSD atıp
Natural Born Killers'ı seyreden ve cinayet işleyen genç bir çiftin 1990'ların ortasında gazetelere çıkması bu tartışmaları yeniden gündeme getirmiş, hatta ölenlerden birinin yakınları katillere ilham verdiği gerekçesiyle Oliver Stone ve Warner Bros.'u dava etmişti. 1994'te
Natural Born Killers'ın İrlanda'da gösterimi yasaklandı. Cumhuriyetçi Senatör Bob Dole ise (daha sonra filmi görmediğini itiraf edecek olsa da)
Natural Born Killers'ın şiddetin reklamını yaptığını söyledi. Filminin şiddete ilham vermediğini savunan Oliver Stone'un çabaları, İngiltere'de
Natural Born Killers gösterime girdikten bir hafta sonra Thomas Hamilton'ın bir ilkokula girip 16 öğrenci ve bir öğretmeni öldürmesi, sonra da intihar etmesiyle sonuçsuz kaldı. Warner Bros. da hemen harekete geçip
Natural Born Killers'ın video versiyonunun yayınlanmayacağını duyurdu.
ALEX ÖNDERLİĞİNDE ŞİDDET Sinema tarihinde bu alanda asıl önemli örnek ise 1971 tarihli
A Clockwork Orange (
Otomatik Portakal) olsa gerek. Burada yılanları, Ludwig van Beethoven'ı ve 'aşırışiddeti' çok seven Alex isimli bir karakter, arkadaşları Dim, Georgie ve Pete'le birlikte sokaklardaki evsiz insanlara saldırıyor, kadınlara tecavüz edip kendilerine düşman olarak gördükleri çete üyelerini dövüyor, sonra da aileleriyle oturdukları evlere dönüp güzel bir uyku çekiyordu. Film İngiltere'de içerdiği şiddet yüzünden o kadar eleştirildi ki, bu yüzden ölüm tehditleri dahi alan yönetmeni Stanley Kubrick kendi isteğiyle
A Clockwork Orange'ın gösterimden kaldırılmasını sağladı, ölene kadar da filmin İngiltere'de gösterilmemesini istedi. 2008'in en çok izlenen filmi
Dark Knight'ta (
Kara Şövalye) Heath Ledger, Joker karakterini Alex'ten esinlenerek yaratmış, ancak artık Alex'in şiddeti daha kabul edilebilir bir şey olmuştu. 1999 yılında yapılan bir Gallup anketine göre Amerikalıların yüzde 94'ü toplumda yaşanan şiddetin sebebinin televizyonlarda ve sinemada gösterilen filmler olduğunu düşünüyor. Oysa şiddet ve filmler arasındaki bağlantının çok daha sanatsal olduğu da söylenebilir. Sinema tarihinin ilk konulu filmi, 1903 tarihli
The Great Train Robbery'de her sahnenin şiddetle dolu olmasının sebebi, şiddetin sinemada itici, sürükleyici bir işlevinin olması. Üstelik
A Clockwork Orange'ın bir sahnesinde söylendiği gibi, film yönetmenleri çiçekleri anlatan bir film dahi yapsalar saatler boyunca seyirciye kendi bakış açılarını dayatarak bir şiddet de uygulamış oluyorlar. Kanlı Fransız Devrimi'nden hareketle yapılan besteleri, yazılan görkemli şiirleri ve tabloları kim unutabilir? Ayrıca
Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet gibi kitaplar, en kanlı cinayetlerin en sofistike sanat eserlerine ilham verebileceğinin başka bir kanıtı.
ŞİDDETİME KARIŞMA Film eleştirmeni Esin Küçüktepepınar'a göre: "Şiddet ve cinsellik, seyiciyi en baştan tavlamaya yarayan temalar. Dolayısıyla şirazenin kaçması pek kolay. Cronenberg gibi yaratıcı olanları veya içinde yaşadığımız şu kaos ortamında maruz kaldığımız şiddeti yerli yerince kullanan yönetmenler de var. Ama genelde şiddeti Atari oyunları kıvamında sunan Hollywood'un gayet faydacı olduğu ortada." Atilla Dorsay ise şiddet ve sinema ilişkisini şu sözlerle yorumluyor: "Dünyamızda ne kadar şiddet varsa sinemada da o kadar var. Öte yandan, o görkemli etki gücüyle sinema, elbette şiddeti seyirciye enjekte eden, onun şiddetle organik bir bağ kurmasına yol açan bir alan. Ne var ki sanat şiddetsiz olmaz, olmuyor. Çünkü, hayatın içinde var o. Sanatın görmezden gelmesi mümkün değil." Kesin olan bir şey var ki, bazı filmlerin şiddete yaklaşımını şiddetle eleştiren yazarlar dahi
televizyon ve sinemada yapılan sansüre karşı. Film kahramanlarının sigara ve içkisine bile karışan RTÜK, sinema meraklılarına artık filmlere doğrudan ulaşmaktan başka yol bırakmıyor. Son sözü yazar Gündüz Vassaf'a bırakıyoruz: "
Hamlet'in son sahnesinde şiddet öyle alır başını gider ki, etraf cesetlerle doludur. Homer'in
İlyada'sında kan ve vahşetten,
Grimm Masalları'nda korkulu anlardan geçilmez. Sinemanın şiddetle ilişkisi ne çocuk masallarından, ne mitolojiden ne de edebiyattan daha fazla. Farklı olan, yaratıcılık kaygısından uzak kimi filmlerin sırf şiddet üzerine odaklanması." Şiddeti sanata dönüştüren kareler:
A Clockwork Orange'da Alex ve çetesi;
Natural Born Killers'dan iki görüntü;
The Great Train Robbery'de soyguncular;
Funny Games'in şakacı katilleri; John Travolta ve Samuel L. Jackson
Pulp Fiction'da silahları seyirciye doğrulmuş. Michael Pitt,
Funny Games'de.