Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde Batı'da, özellikle de Avrupa'da bu kadar çok konuşulmadı. 5 ayda, yani Anayasa Mahkemesi'nde AK Parti hakkında kapatma davasının açılmasından bu yana, Avrupa medyasında yayınlanan
Türkiye yorumları, Avrupalı siyasetçilerin
Türkiye üstüne demeçleri herhalde son 10, belki de 20 yılın toplamını geçti.
Tüm demeçler ve yorumlar sistemli biçimde tek hedefe yöneltildi, hep o hedefe ateş edildi: Türk hukuk sistemi, yasalar, anayasa.
Ama ne yazık ki, bu demeçlerin ve yorumların pek azı sağduyulu, makul, gerçekten Türkiye dostu bir yaklaşımı yansıttı. Ezici diyebileceğimiz çoğunluğunda kendi korkuları, çıkarları, bencillikleri sırıttı: "Ya Avrupa'nın kapısında AB'nin güvenliğini tehdit edecek bir tehlike doğarsa! Ya ılımlı İslam modeli çökerse! (Not: Bu kavram Bush yönetimini kuşatan NeoCon'lar tarafından ortaya atıldı. Ama 'Neye göre ılımlı' veya 'Ilımlılığın ölçüsü ne' sorularına bugüne kadar yanıt verilemedi.) Ya Kıbrıs, Ermeni sorunlarının çözümü zora girerse! Ya Ortadoğu'daki istikrarsızlık yayılırsa! Ya Irak ve Afganistan'da işler daha da kötüye giderse! Ya Kürt sorunu ağırlaşır ve Kürtler kitlesel olarak Avrupa'ya göç etmeye kalkarsa!"
Senaryolarını Türkiye'deki "İslamcılar"ın radikalleşip "Silaha davranmaya" kalkışmaları olasılığı cehaletine, hatta terbiyesizliğine kadar vardıranlar bile çıktı.
Kibirli, önyargılı, hoyrat, kötü niyetli yorumlarını siyasal kavramları dejenere etmeye, çifte standartları pervasızca, utanmazca kullanmaya kalkışanlar bile oldu. Hatta açıkça küstahlaşanlar da gördük. Örneğin Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı ve federal parlamento milletvekili Claudia Roth gibi. Şöyle buyurdu bir demecinde: "(AK Parti kapatılırsa) Kiminle müzakereleri sürdüreceğiz? Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın halefiyle mi!"
Türkiye'yi iyi tanıdığını ve gelişmeleri yakından izlediğini öne süren birinin, Anayasa Mahkemesi kararından sonra Silahlı Kuvvetler'in iktidara el koyacağını ima etmesi, kötü niyetten ve saygısızlıktan başka nasıl nitelenebilir?
AB sütten çıkmış ak kaşık! Yine o demeçlerin ve yorumların ne yazık kipek azında, gelişmelerde AB'nin sorumluluğu veya payı üstünde duruldu. Pek çoğunda ise şantaj kamçısı aralıksız şaklatıldı : "Katılım müzakereleri askıya alınır", "Müzakereler resmen kesilmese bile fiilen dondurulur." (Bir not daha: AB Komisyonu, AB Komisyonu Genişleme Komiserliği, ABTürkiye Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanlığı, AB Dönem Başkanlığı, AB Gelecek Dönem Başkanlığı, AB bilmem nesi, kendilerini "Kapatma kararı çıkacağı" olasılığına o kadar koşullandırmışlardı ki, birbirinden zehir zemberek "Resmi" tepkilerini çoktan hazırlamışlardı. Çarşamba gecesi telaşla hepsini yırttılar veya arşivlerine kaldırdılar.)
Ayrıca "Kapatma kararı çıkarsa müzakereler durur" diyen AB kurumlarının ve yetkililerinin hiçbiri, "Kapatma kararı çıkmazsa müzakereler hızlandırılır" taahhüdünde bulunmaya da cesaret edemedi. Yani, o çok sevdikleri "Sopa ve havuç politikası"nın (Bir not daha: Sanki karşılarında terbiye edilmesi gereken bir çocuk bulunuyormuş varsayımına dayalı bu kaba, aşağılayıcı kavram veya tanım da onlara ait), sözde "Ödül"ü vaat bir yana telaffuz bile edilmedi.
Ve son nokta: AB Dönem Başkanlığı (Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy), Anayasa Mahkemesi kararıyla ortaya çıkan gelişmeyi "İyi" not ettiklerini (Yani memnuniyetle karşıladıklarını) not ettiğini, ancak bunun müzakerelerin hızlandırılması sonucunu getirmeyeceğini vurguladı. ("Le Nouvel Observateur"ün dün sitesine koyduğu haber.) Teşekkürler!
Ama Avrupa'nın son 5 aylık süreçteki tutumu bile bizi ve Türk halkını AB üyeliği hedefinden saptıramayacak. Sadece biraz hüzün ve burukluk tortusu bırakacak. Ona da alışığız. O kadar çok yaşadık ki.
Yayın tarihi: 1 Ağustos 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/01//haber,5786B2FC554D412BAA337B2EB637C3FC.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.