Bazı sözcükler, deyimler, kavramlar vardır; tekrarlana tekrarlana anlamını ya da en azından önemini yitirmiş gibi gelir insana. Sanki çürümüş sakız izlenimi verir. Kolaycılığın ürünü beylik klişe olarak görülür. Ama öyle bir an gelir, öyle bir olayla karşı karşıya kalırsınız ki, o sözcüklere, deyimlere, kavramlara sığınırsınız. Can havliyle. Reflekslerinizin iteklemesiyle. İçgüdülerinizin yönlendirmesiyle. Ya da itiraf edilemeyen, edilemeyecek bir korkuya, bir kaygıya kalkan, can simidi yapabilmek için.
Güngören'deki faciadan sonra, gözümüzün önünde ve beynimizin kıvrımlarında bir deprem sonrası yarılan topraklar gibi beliriveren uçuruma yuvarlanmamak için biz de işte o deyimlerden birinin urganına sarıldık. Ve ne denli önemli, değerli, hayati olduğunu iliklerimize kadar ürpererek hissettik.
O deyim ya da -
kimilerine göre- slogan, "Gün, birlik ve beraberliğimizi koruma günü" idi. En güçlü silahımız Dün Başbakan Erdoğan başta olmak üzere birçok siyasinin, güvenlik yetkilisinin ve sivil toplum örgütü sözcüsünün de demeçlerinde, açıklamalarında, kınama mesajlarında "Birlik ve beraberliği korumanın önemi"ne vurgu yaptıklarını görünce, bunun sadece bize özgü bir içgüdüsel tepki olmadığını;
hepimizi, tüm toplumu, Türk ulusunu oluşturan tüm unsurları birleştiren ve asla örselenmemesi gereken bir değerin, bir ortak paydanın en sade sözcüklerle anlatımı olduğunu görerek rahatladık.
Evet, gün gerçekten birlik ve beraberliğimizi koruma, kollama günü.
Çünkü, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın da vurguladığı gibi, "Çaresizliğin" pençesinde kıvranan terör, can havliyle "Vahşet"in son kertesi olan çılgınlığa başvurdu:
Halkı hedef almak. Birliğimizin beraberliğimizin çimentosunu parçalamaya çalışmak. Terörün tüm klasik tanımlarında tekrarlanan, hatta ABD'de 11 Eylül saldırılarından sonra Kongre'nin kabul ettiği "Yurtseverlik Yasası"nda da yer verilen, kestirilebilir bir olasılık bu
: "Saldırılarda sivillere yönelerek, halkı ve/veya hükümeti ölçüsüz tepki vermeye zorlamak." Bu asimetrik çılgınlıkta kurbanlar sadece bir araçtır, dinamikleri harekete geçireceği varsayılan bir düğmedir. Asıl hedef halkın moralidir, sağduyusudur, sabrıdır, soğukkanlılığıdır. Onların oluşturduğu dokuyu parçalamaktır.
"Nedenler"in yanıtları O açıdan bakınca "Neden İstanbul" ve "Neden Güngören" soruları kendiliğinden yanıt buluyor.
"Neden İstanbul?" Çünkü, Güneydoğulu siyasilerin de sık sık tekrarladıkları gibi, "İstanbul, en büyük Kürt metropolü!" Yine beylik sandığımız ama önemini yeniden keşfettiğimiz klişeyle,
çünkü "Et ile tırnağın en iç içe geçtiği kent." "Neden Güngören?" Çünkü dün meslektaşlarımızın da haberlerinde altını çizdikleri gibi
, "İstanbul'un en duyarlı ve kolayca geriliveren ilçelerinden biri." Bu vahşeti planlayanlar Güngören'deki infialin, öfkenin, acının çakacağı bir kıvılcımın tüm İstanbul'a yayılacağını sandılar, sanıyorlar.
Yanılıyorlar. Sonsuza kadar yanılacaklar. Türk Ulusu nice sınavdan, nice ateş çemberinden geçti. Ulusal bütünlüğü, toplumsal dirliği ve birliği en küçük çizik bile almadı.
Bu sınavı ve trajediyi de atlatacağız. Gerçek hedeften şaşmadan. Bu kan gölünü yaratan vahşiler sürüsünün asıl amacını hiçbir zaman unutmadan.
Et ile tırnağı ayırmayı asla ama asla başaramayacaklar.
Yayın tarihi: 29 Temmuz 2008, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/29//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.