kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 13 Temmuz 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

AK Parti "Batıcı" olunca mı CHP treni raydan çıktı...

Özellikle genç okurlarımdan "Hangi kitapları mutlaka okumalıyım" içerikli mektupları sık sık alırım.
Hemen hepsine defalarca önerdiğim kitapların başında, Almanların Fransa'ya karşı kazandığı 1871 Zaferi'nin mimarı Mareşal Helmuth Von Moltke'nin, genç bir subay olarak Osmanlı İmparatorluğu'nda bulunduğu dönemde (1835-1839) yazdığı "Türkiye Mektupları" gelir. (İş Bankası Yayınları)
Bu mektuplarda, 19'uncu yüzyıl Türk toplumu ile içinde bulunduğumuz dönem toplumunun değişmeyen özelliklerini de bulursunuz. Örneğin aynı tesisin (Elmalı Bendi) birkaç kez açılış töreninin yapılması gibi. Yenilgimizle biten Nizip Savaşı'nda komutanın (Hafız Osman Paşa) harekata başlamak için falcılara danışması olayı da, bugünün askerlerine tarihimizin kötü örnekleri arasında...
Ama Von Moltke'nin en çarpıcı gözlemi, iktidara (veya Padişaha) yakın olmak ve olmamak durumlarına göre, aynı kişilerin en temel davranış ve düşüncelerindeki değişimdir.
Örneğin 2'nci Mahmut döneminde valilik ve seraskerlik yapan, 1'inci Abdülmecit döneminde Sadrazam da olan Hüsrev Paşa portresi, bugünün siyasetine de ışık tutar.

Hep o şarkı
Hüsrev Paşa 2'nci Mahmut Reformları'nda önemli roller almış, Yeniçeri'nin yerine modern ordunun (Asakir-i Mansure-i Muhammediyye) kurulmasında öncülük etmiş, bir TunusCezayir gezisinde gördüğü "fes"i, sarığın yerine geçmesi için İstanbul'a getirmiştir.
Yani Atatürk'ün "Şapka Devrimi"ni, ondan 100 yıl önce "Fes Devrimi" olarak 2'nci Mahmut'a benimsetmiştir.
İşte bu Hüsrev Paşa iktidar sahibiyken ve Padişah'a yakınken, reformcudur, redingot ve fes giyer. Ama gözden düştüğü dönemlerde Boğaz'daki yalısına çekilir, sarık sarar, entarisi ile bir köşedeki şiltesine oturup, nargilesinden nefesler çeker.
Bu tabloyu bugüne aktardığımızda, Türk siyasetçilerinin de idarecilerinin de iktidarda olmak ve olmamak arasındaki tutum ve görünüm farklarında, hiç değişiklik olmadığını kolayca görürüz.
Örneğin AK Parti eğer AB'ye üyelik hedefine sahip çıkmasaydı, Batı ile ilişkileri geliştirmeye çalışmak yerine "İslam Ortak Pazarı" benzeri projelere sarılıp, İrancılık veya Suudicilik yapsaydı, bugün CHP, AB'nin bayrağını taşıyor olurdu. İlkel bir 3'üncü Dünyacı söylem sahibi olmak yerine, CHP sözcüleri Batı ile entegrasyonun bayraktarlığını yapardı.

Raydan çıkmak
Açıkçası AK Parti, Erbakan'ın Milli Görüş çizgisinin dışına çıkarak ve değişmeye çalışarak, CHP'yi rayından çıkardı. Türkiye'yi Amerikan İttifakı'na, daha sonra da Avrupa Konseyi'ne sokan, AB ile Ankara Antlaşması'nı imzalayan, Gümrük Birliği'nin altında imzası olan kadroların bugünkü devamları, sadece AK Parti'ye karşı olmak için, Ulusalcı bir çizgideler ve dünyalı olmaya karşı MHP ile yarış halindeler.
Sırf şimdi AK Parti iktidarda ve Batıcı olduğu için, CHP ayıp olmasa "Bunlar Batı Kulübü üyesidir" diyebilir.
1995'te Gümrük Birliği'ni Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak imzalayıp, "Avrupa'nın kapısı artık açıldı" diye demeç veren Baykal ve sözcüleri, şimdi AB karşıtı cephenin önde gelen aktörleri değil mi?

Kimin avukatı?
İşte bu tablo Türk siyasetinde eksik olan "vizyon" ve "misyon" öğelerinin, Hüsrev Paşa'dan 150 yıl sonra da, hala var olmadığını gösteriyor.
Bu tabloda siyasi partilerin ve siyasetçilerin hangi eğilimden olursa olsunlar temel farkları "iktidarda" veya "muhalefette" olmalarına göre belirleniyor.
Bugün kamuoyunda "Ergenekon" olarak bilinen ve darbe girişimlerini içerdiği iddia edilen dosyayı, eğer CHP iktidarda olsaydı engeller miydi? Deniz Baykal başbakan olsaydı "Ben Ergenekon'un avukatıyım" der miydi?
Veya bugün AK Parti muhalefette olsaydı, iç ve dış politikada, ekonomide bugün kendi yaptığı icraatı, günün iktidarı yapsaydı, bunlara destek mi verirdi?
Kısacası AK Parti, aslında CHP'nin olması gereken role sahip çıktı ve CHP'yi Milli Görüş çizgisine itti.
Oysa iktidarlar geçicidir.
Siyasette önemli olan vizyon ve misyon sahibi olmaktır.
Mezarların vazgeçilmez insanlarla dolu olduğunu unutmamak ve kubbede bir hoş seda bırakmaya çalışmak işin temelinde bulunmalıdır.
Toplumlar geçmişlerini kavgalar ve gerginliklerle değil, önlerinde açılan ufuklarla ve yapılan hizmetlerle hatırlamak istiyor.
Bu nedenle Atatürk ve Turgut Özal, toplumun belleğinde çok farklı yerlere sahipler.