Truman Show, Ronin, Diğer Boleyn Kızı gibi filmlerden, özellikle hüzünlü yüzü hafızalarımıza kazınan oyuncu Natascha McElhone, bir buçuk ay önce, üçüncü çocuğuna hamileyken çok sevdiği eşini kaybetti. Ve onun ardından gözleri yaşartan bir yazı yazdı.....
14 Aralık 1971 tarihinde İngiltere'nin Hampstead bölgesinde dünyaya gelen genç aktris Natascha McElhone, yaklaşık bir buçuk önce, 20 Mayıs'ta, 42 yaşındaki estetik cerrah eşi Martin (Hirigoyen) Kelly'yi ani bir kalp krizi sonucu kaybetti
. Truman Show, Ronin, Diğer Boleyn Kızı, Solaris, Picasso ile Yaşamak gibi filmlerdeki performansıyla tanınan dul sanatçı, merhum kocası Dr. Kelly ile 19 Mayıs 1998'de dünyaevine girmiş, bu evlilikten Theo (2000) ve Otis (2003) isimli iki oğulları olmuştu. Olay günü üçüncü çocuğuna hamile olan talihsiz aktris McElhone'un eşi Dr. Kelly'nin cansız bedeni, aile doktoru tarafından evin kapısında, yere yığılı olarak bulunmuştu. Sağlığında, özellikle deri - yüz hastaları ve üçüncü dünya ülkesi çocuklarının deforme çehrelerini, küresel bir yardım kampanyası olan Dünyayla Yüzleşin (Facing the World) kapsamında yenileyen yardımsever Dr. Kelly, hemen
Chelsea'deki Westminister Hastanesi'ne kaldırılsa da, kurtarılamamıştı. Doktorlar, daha sonra Kelly'nin ölümünü 'kardiomipati' olarak açıkladı. Güzel ve hüzünlü yüzüyle İngiliz sinemasının Meryl Streep'i dedirtecek dramatik bir karizmaya sahip McElhone, şu sıralarda www.natasha-mcelhone.net adresli kişisel internet sitesinde sevgili eşi Dr. Martin Kelly adına resimli bir taziye defteri açmış durumda. McElhone, bir süredir karalar bağlamış olan sitenin görünümünü de yaslı havasından çıkararak yine eskisi gibi renkli ve yaşam sevinci yansıtır bir hale getirmiş. Dul oyuncu McElhone, eşini kaybedişinin beşinci gününde, bir diğer internet gazetesi olan Mail Online'a (
Mail on Sunday gazetesi
Femail özel eki) bir yazı göndermişti. Aşağıda, bu özel yazıyı bulabilirsiniz.
O'nun tenini bir daha hissedemeyeceğime inanamıyorum Natascha McELHONE, 25 Mayıs 2008 Bu benim için neredeyse imkânsız bir şey. Söyleyebileceğim ne varsa, profesyonel bir bakış açısından uzak kalacak ve bu, her ne kadar kimsenin üzerine vazife değilse bile, ben bu adamın ne kadar inanılmaz bir insan olduğunu tüm dünyanın bilmesini arzu ediyorum. Ancak bununla birlikte biraz çekingenim de; zira bugünkü dünyada kullandığımız abartı sıfatları, 'inanılmaz' gibi bir kelimeyi bile içi boş, anlamsız hale getirmiş durumda ki, bu ikisi de kocama uygun değiller. O odadan içeri girdiği anda, etrafındakileri enerjisiyle nasıl etkisi altına aldığını bilen insanların hepsini tanıyorum. Onun benim hayatımın aşkı, en yakınım, karşıma çıkıp çıkabilecek en dost canlısı insan olduğunu biliyorum. Bir gazetecinin bana yönelttiği, 'Asansörde kiminle sıkışıp kalmak isterdiniz?' sorusu geliyor aklıma. O soruyu Albert Einstein gibi bir cevapla karşılamam gerektiğini ve benim bu soruya 'Martin Kelly,' diye yanıt verdiğimi, gazetecinin de 'O da kim?' dediğini, bunun üzerine kadın gazeteciye 'Eh, o benim kocam olur ama sizi temin ediyorum, onu tanımış olsaydınız siz de kendisiyle bir asansörde sıkışıp kalmayı arzu ederdiniz. Harika olduğu kadar, hayatım boyunca karşıma çıkmış en inanılmaz derecede çekici insandır o,' dediğimi anımsıyorum. Tabii gazetecilerin saçma buldukları için bu yanıtımla da tatmin olmadıklarını ve cevabımı yayınladıklarında okurların da inanmayacağını söylediklerini size aktarmam gerek. Onlara katılmamak elde değil. Zira 15'imden bu yana tanıdığım birinin beni hâlâ iliklerime kadar etkilediğini ben de yadsımıyorum. Kaldı ki Martin beni bugüne kadar hiç yapamayacağımı sandığım, yapmaktan korktuğum şeylere kalkışabilmem için yüreklendiren kişi. Ya da tam yapamadığımı sandığım anda yaptığımı bana hissettiren, beni ateşin üzerinden öte yana aşıran, yaşam koşusundaki hızımı, nefesimin derinliğini artıran, bir ayak daha uzamama yol açan insandı. Görünen o ki kendisi, etrafındaki dostlarına karşı da hep böyle hissettirmesini bildi. Öyle ki bazen ateşe elinizi değdirdiğinizi sanır, ürkerdiniz. Aynı ürküntüye oğullarım adına da kapılmadım desem yalan olur. 'Acaba Martin, onlar en tepedeyken kendilerini yine daha yükseğe çıkmaya zorlayacak mı?' diye kendime sorduğum zamanlar da oldu. Ama sonuçta gördüğüm tek şey, babalarıyla son günlerine değin onların snowboard sırasında kendilerini ve dengelerini korumak için verdikleri hırslı, azimli mücadelelerinden başka bir şey değildi. Asıl şimdi elbette, şimdi oğullarım babalarına önderlik ediyor. Korkusuzca, babalarıyla birlikte soluk soluğa, hatta ellerindeki kamerayla; babalarının tırmanışını hayranlıkla kaydediyorlar. Doğru veya yanlış olsun, Martin her insana ayak uyduracak türde biri değildi aslında. Ama, bunun kendisinde var olduğundan kuşkulanılabilecek bir nevi snobluktan ziyade, içinde gizlenen derin çekingenliğe bağlı olduğuna eminim. Bu nedenle yine garip biçimde, ben de dahil olmak üzere çevresindekilerle, sevdikleriyle paylaştığı hazineler de yine o insanlara, bana dair olmaktan öteye gidemediler. Bunu biliyorum ama onun, sevdiği insanları da ne kadar sevebildiğini sanırım yeni yeni anlıyorum. Bu duyguyu daha fazla tarif edebilmek zor görünüyor. Belki hastanesinin yakınlarında, bir caddede koşuşturuyor olabilirdim; ya da çocukları okuldan almak için uğraşıyor olurdum o anda. Belki onu gördüğüm halde fark edemedikten ve başkalarına bakındıktan saniyeler sonra, aniden ağır bir utanç dalgası kaplardı içimi ve duyardım onun sesini: 'Hayatım, az önce yanımdan geçip, gidiverdin.' Belki bu durumu ona yine 'Biliyor musun az önce çok seksi bir adam çarptı gözüme,' diye açıklamaya çalışırken, yine onun çocuk gibi kızardığını, utandığını görüyor olurdum. Asıl inanamadığım, artık onun tenini hissedemeyecek oluşum. Bu nasıl mümkün olabildi? Onu her gün sevdim ben; ona her gün dokundum. Ve şükürler olsun ki, bunu yaşadım. Garip biçimde, birbirimize karşı seslerimizi hiç yükseltmedik. Bu ne kötü, ne de iyi bir şey için hiç olmadı, yalnızca olmadı, hepsi o. O sihirli, güzel yaratığın artık burada olmadığına inanamıyorum. Gerçek olamayacak kadar iyiydi. Öyle ki, yaşadığımız sırada birbirimize hep 'Baksana, saçma bir şekilde talihliyiz seninle; hayatımızın ne kadar kutsandığını görüyor musun?' deyip durmadık mı? Ben sık sık bu duygunun ağırlığını taşıdım; ama o, bilakis hiç böyle olmadı. O, hayattaki, dünyadaki yerinden, yaptığı her şeyin kutsanacağına olan hislerinden öylesine emindi ki. Ama yine de bunu hiçbir zaman böbürlenmek için kullanmadı. Böyle olduğunu düşündüm hep; çünkü pek azımızda olan bir şey vardı onda. Yaşadığı hayatın, aldığı her nefesin her saniyesinin tadını çıkarabiliyor ve asla hayatta ikinci bir fırsatın olamayacağını biliyordu. Olanlardan sonra, o burada olmasa da hâlâ hayattaki en şanslı kadın olduğuma inanıyorum. Böylesine büyük bir sevgiye layık olduğum için, 10 yıl boyunca hayatımın her günü uyandığımda kalbimi daha ılık, güzel hissettiren birini yanımda bulabildiğim için... En delice düşlerimde bile elde edemeyeceğim şeylerin fazlasını yaşayabildiğim için. Aslında onun hayatının apansız bitişine niçin şaşırmadığımı da bilmiyorum. Bu konuda hiç 'Niçin biz?' diye sormadım, aksine ilk düşündüğüm şey şuydu: "Tanrım, sana şükürler olsun ki şu ana kadar böyle yaşayabildim. Her ne olursa olsun, bundan sonra yükünü taşıyacağım her gram acıya sonuna kadar değecek.' Umarım bu rahatsız edici olmaz, bir şekilde Tanrısal bir etki yaratmaya başladığını biliyorum, ama aynı zamanda eşsiz bir babaydı da. Her zaman iki güzel 'yavrumuzun' her tür sorusuna onları teşvik edici, canlandırıcı, genç zihinlerini mantıksal istatistiklere ve gerçeklere, benim her zaman habersiz olduğum gerçeklere açacak yanıtlar verdi. Günde bir saat boyunca onlara sarıldı, onları sıkı sıkı kucakladı ve öptü, onlarla birlikte yerlerde yuvarlandı, onlara satranç, sörf, çizim, yabancı dilleri, kendi doğruluk yorumunu, dürüst, görgülü olmayı -güzel erkekçe görgü kurallarınıve bir günde en az bir defa nasıl bilinmeyenin üzerine gidileceğini, çünkü ne bulabileceğinizi bilmemenin hayatın gerçek hediyesi olduğunu öğretti. Hayatımın geri kalanını onunla ilgili yazarak geçirebilirim. Beni en çok üzen kısım, oğullarıma ne verebilmeye çalışırsam çalışayım, dünyaları şu an için yarıya inmiş durumda, onun yerini dolduramam. Tüm umut edebileceğim kısa hayatlarına zaten ekilmiş olan tohumlar. Bahçeleri genişleyecek ve onların üzerine eğileceğim ve açılan boşlukları doldurmak için elimden geleni yapacağım. Meslektaşı ve Facing the World derneğini birlikte kurduğu dostu Norman Waterhouse tarafından işinin korunduğunu biliyorum. Tüm bildiğim hastalarının hayatında, bizim dışımızdaki her tür zevkten önce geldiği. Özellikle Facing the World aracılığıyla Britanya'ya getirilenler. Derneğin o çocuklara daha önce almış olduklarından çok daha iyisini vermeyi sürdürebilmesini umuyorum. Onun kalbine şarkılar söyleten işte buydu, o küçük yüzlerin hep birlikte doğal bir yaşama dönmesi, bu onu heyecanlandıran şeydi. Herhangi bir miktarda zaman ve çalışma onun için asla çok fazla olmadı, bir işi yarım yamalak yapmayı asla bilmedi, bilemedi. Aslında, bu benim açıklamam. Sadece yarı ömründe birkaç hayat yaşadı. Sanırım yine 'tanrısallık' meselesine döndük. Bunu okusa yeniden ölürdü, çünkü her ne kadar mükemmel bir biçimde kabiliyetine güven duyuyor olsa da, her konuda son derece alçak gönüllüydü. Tanıdığım en espirili insandı. Çocuklar için sabahın beşinde kalkmam gerektiği zamanlarda bile bir iki espiriyle beni kahkahalara boğardı. Döşemede kusmuklarla, çökmüş bir bilgisayarla, en iyi elbisesinin her yerinde kedi patileriyle karşılaşsa bile ilk tepkisi bu dramatik havayı zekice bir espiriyle dağıtmak olurdu. Şu anda uykusuz, şoke olmuş halimde ahenkli bir şeyler yazmak açısından kendimi çok donanımsız hissediyorum, ama bunu yapabilirim ve onu kimsenin yanlış anlamaması için ismini yüksek sesle haykırabilirim. Onu sadece aşkım olarak değil, yaşama arzusu çok sayıda insanı etkilemiş bir insan olarak anmak istiyorum. Bir cerrah, bir doktor, bir ressam, bir müzisyen, tutkulu bir sporcu... Araştırma isteği doymak bilmezdi, bazen yorucu bile olurdu. Yaşamı kovalama ve keşfetmede yılmaz biriydi. Umarım oğullarım onun bu canlı mirası sayesinde asla yılmayacak, aksine tam olarak yapmak istedikleri şeyi yapmak için ondan ilham alacaklar. Bir keresinde bir yerde okumuştuk ve bu onun felsefesiydi: "Sıkı çalış, hiçbir şey bekleme, bayram et!"