Belki romanı okumuşsunuzdur, belki de bu romana dayalı yapılan ve başrolde Marlon Brando'nun yer aldığı filmi görmüşsünüzdür.
"Çirkin Amerikalı" dan (The Ugly American) söz ediyorum.
1958'de yayımlanan bu romanda, bir Asya ülkesindeki Amerikalıların
"Komünizme karşı mücadele ediyoruz" diyerek, yerel halkı nasıl aşağıladıkları hikâye ediliyordu.
Şuna benzer bir gözlem vardı:
- Bizim kendi ülkemizde karşılaştığımız Amerikalılarla, Amerika'da tandığımız Amerikalılar sanki başka insanlar. Amerikalılar bir yabancı ülkeye gidince kendilerini toplumdan izole ediyorlar, kabalaşıyorlar, küstahlaşıyorlar. Dün internette Michael Rubin'in
"The American " dergisinde yayımlanan Türkiye üzerindeki yazısını okurken, 1958'den bugüne
"Çirkin Amerikalı"nın nasıl değiştiğini düşündüm.
AK Parti'nin kapatılması istemli davayı konu alan yazısında, Michael Rubin, bir Amerikalı gibi değil, CHP'li bir Türk siyasetçi veya Türk yüksek yargısına savcı olmaya hevesli bir Türk hukukçu gibi düşünmüş ve üslup seslendirmişti.
Yeniden doğuş Rubin'e göre Anayasa Mahkemesi'nin bu yaz beklenen kararı,
"Türk demokrasisinin sonu olmayacak, aksine yeniden doğuşunu başlatacak"tı.
AK Parti ve
"Türkiye'nin Putin'i" olan Erdoğan, yaptıkları ile kapatılmayı hak etmişlerdi. Örneğin yargıçların emeklilik yaşını 65'ten 61'e indirerek, yargıyı da ele geçirmeyi planlamışlardı.
Gittikleri yabancı ülkede yerel halktan kopan çirkin Amerikalılar yerine, yerel halkın
"belirli bir bölümü" ile demokrasiye aynı açıdan bakan
"Güzel Amerikalı "nın en iyi örneği, herhalde bu Michael Rubin'dir.
Türkiye'de Genelkurmay tarafından düzenlenen seminer ve toplantılara da sürekli davet edilen Rubin'in Washington'daki ağırlığını, Türkiye'de görevli bir Amerikan diplomat grubundan öğrenmeye çalıştım. Hepsi bir ağızdan ve telaşla
"Rubin'in görüşleri Washington'un görüşü değildir" dediler. Sonra Rubin'in Amerikan Dışişlerinde çalışmak için başvurduğunu ve giriş sınavında başarısız olduğunu anlattılar.
Güzel Amerikalı Ben yine de bu Michael Rubin'i
"Güzel Amerikalı"ya örnek olarak gösterebilirim.
Çünkü Rubin sade The American'da yayınlanan son yazısı ile değil, çeşitli gazetelerdeki makaleleri ve
"American Enterprise Institute"deki Türkiye konulu çalışmaları ile de, bizim ülkemize bir yabancı gibi değil bir
"yerli" gibi baktığını kanıtlamaktadır.
Örneğin Rubin bir Amerikalı olarak Amerika'da seçim sonuçlarının yok sayılmasını, seçilmişlerin görevden alınmasını, siyasi partilerin kapatılmasını
"Demokrasinin yeniden doğması için bir fırsat" olarak önerip sunsa, sadece yuhalanır.
Çünkü Amerikan demokrasisinde
"Meşruiyet" kavramı seçimlerle belirlenir.
Eğer Başkan yasadışı bir şey yaparsa, bunu Yüksek Mahkeme değil, Kongre
"İmpeachment" sürecinde ele alır. Siyasetin alanına yargı bizdeki gibi girmez.
Ama bunları bir Amerikalı olarak Türkiye için yazdığında, neticede bir
"Ulusalcı " veya bir
"seçkin bürokrat" gibi düşünmüş olur.
Irak başarısı Nitekim Erdoğan'ın Avrupa Birliği üyeliği girişiminin bir aldatmaca olduğunu, AK Parti'nin dini hukukun üzerine getirdiğini,
"yasa dışı medreseler"in rahatça reklam yapabildiklerini falan da yazmış. Daha ötesi Erdoğan'ın kapatma ve yasaklama davası ötesinde, kişisel servetinin hesabını yargı önünde vermesi ihtimalini de gündeme getirmiş.
Burada bütün mesele Michael Rubin'in düşünce hayatına girmeden önceki icraatına ilişkin sorularda kilitleniyor.
Biyografisine göre bu Rubin, 2002-2004 arasında ABD Savunma Bakanlığı'nda Irak'taki
"Koalisyon" yönetiminden sorumlu görevdeymiş.
Bu
"Güzel Amerikalı " herhalde Irak'a da Türkiye'ye olduğu gibi bir
"Iraklı açısından" yaklaşmıştır. İşte bu bakış sıcaklığının sonucunda Irak'ta da demokrasi yeniden ve üstelik sezaryenle doğmadı mı?
Yayın tarihi: 25 Haziran 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/25//haber,D6EC1E5122F7486F9970AD4FF1F42EE9.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.