Doğan Grubu'nun, rekabet sebebiyle Sabah gazetesini karalamasını anlıyorum da, kendi içimizden birilerinin, Sabah'ı,
"taraflı", neredeyse
"satılmış" ilân etmesindeki ruh halinin yabancısıyım. Böylece okurlara,
"Onlar boyun eğdi; ben dik duruyorum. Çünkü dürüstüm" şeklinde bir mesaj mı verilmek amaçlanıyor; bilemiyorum. Eğer öyleyse, itirazım var. Sebebini açıklayayım:
"Merkez medya", 28 Şubat sürecinden bu yana
"silâhsız kuvvetler" edasıyla, cumhuriyeti korumak ve kollamakla yükümlü gördükleri Silâhlı Kuvvetler ile el ele tutuştu. Zaten, asker de, bunun farkında. Akredite etmediği gazetecileri, karşı kampta görüyor; itibarsızlaştırmaya çalışıyor. 28 Şubat'taki andıç, bunun bir işaretiydi.
Aynı tavır günümüze kadar sürdü. Demek, mesele, hükûmete yandaş olmak değil, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü savunmak.
AK Parti iktidara gelince, daha sonra belgeleri de ortaya çıktığı gibi, kamuoyunda
"rejim kaygısı" yaratacak bir psikolojik harekât başlatıldı.
"Sarı kız", "Ayışığı" ve
"Ergenekon" a biraz kafa yorun bakalım ve bu örgütten tutuklu bulunan Veli Küçük'ün,
Jandarma İstihbarat Dairesi bünyesinde Cumhuriyet Çalışma Grubu'nu kuran Org. Şener Eruygur'la ilişkisini irdeleyin. Doğan Grubu gazeteleri Radikal ve bazı köşe yazarları hariçrejim kaygısını canlı tutacak bir yayın üslubunu benimsediler. Adeta
"cadı avına" çıktılar. Milyonlarca öğrenci arasından başörtülü bir kız veyahut namaz kılan bir öğrenci yakaladılar mı, birinci sayfadan teşhir ettiler. Hatta iş o raddeye vardı ki, bazı köşe yazarları
"Demokrasiden vazgeçerim, laiklikten vazgeçmem" demeye başladı. Bir örneğine Hıncal Uluç'un sütununda rastladım. Hasan Pulur demiş ki,
"Demokrasi giderse geliyor; ama, laiklik bir giderse bir daha gelmez." Baktım, Sabah gazetesini
"taraf tutuyor" diye suçlayan Hıncal Uluç, Hasan Pulur'un demokrasiye karşı buram buram saygısızlık kokan cümlesini
"Tokat gibi gerçek" sözleriyle alkışlıyor. Ve ilâve ediyor:
"Demokrasi çok gitti ama, geri döndü. Fakat laikliğin gidip de geri geldiği, hele de İslâm ülkesi tarihte yok." "Darbe 20 yıl; irtica ise 100 yıl geri götürür" diyene de rastladık. İşte bu görüş açısı, medyadaki ayrışmanın da en önemli sebebi. Kendilerini hükûmete karşı oldukları için
"tarafsız" addedenler, aslında
demokrasiyi vazgeçilebilir bir rejim gibi görüyor. Halkın doğru tercih yapamadığını düşünüyor; dinin kamu alanında görünür olmasını ve farklı kimlikleri ülke açısından bir tehdit gibi değerlendiriyor. Oysa, Türkiye'de demokratik rejim, daima bir askeri müdahalenin
"açık ve yakın" tehdidi altında olmuştur. Ülkemizde kaç tane darbe yapıldı ve her seferinde ne kadar geriye gittik! Hasan Pulur'un dediği gibi, demokrasi
giderse gene geliyor değil. Gelmiş gibi görünse bile, tortusu kalıyor; ezikliği kalıyor. Gelip geçiyor; fakat delip geçiyor. Laikliğin elden gitmesi hali ise, daha otoriter bir sistemi dayatmak için kullanılan hayali bir tehdit.
"İrtica" sözü, Terakkiperver Fırka'dan başlayarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin gündeminden hiç düşmedi. Nedense, hep CHP'ye karşı olanlar
"mürteci" ilân edilip, başlarına çorap örüldü.
"Biz korkuyoruz, bizi ikna edin" diye tutturanlar merak etmesin. Bir gün, asker, psikolojik harekât ile netice alınamayacağını görür, Doğan Medya Grubu da, insanları germekten vazgeçerse, ülkemizde kaygılar sona erecektir. Sabah'ın varlığı, dengelerin muhafazası açısından çok önemli.
"Laiklik elden gitti gidiyor" diyenlerin karşısında, Sabah gazetesi, demokrat yazarlarıyla denge sağlıyor.
Yayın tarihi: 12 Haziran 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/12//haber,94C9564DE83C44AA8C4856D24E7D4D93.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.