Yargıtay Başsavcısı kapatma davasına ilişkin esas hakkındaki görüşünü (mütalaa) geçenlerde ortaya koydu. Davanın hukuki yönü ayrı bir konu; bizim sınırımızın dışında. Ancak mütalaanın ardındaki '
zihniyeti' ve '
bilgi dağarcığını' ele alabiliriz.
Hemen göze çarpan nokta, mütalaanın üzerine bina edildiği tarih anlayışı.
Hem '
bilgi', hem de '
bakış açısı' yönünden, modern tarih çalışmalarının çok dışında bir anlayışla karşı karşıyayız.
Mesela '
irtica' diye tarihsel bir aktörden söz ediliyor mütalaada. Bu '
sinsi' aktör,
Kurtuluş Savaşı sırasında, işgalcilerle işbirliği yapmış.
İlginç bir
ak/kara mantığı çalışıyor burada. Dinle ilgili her şey 'kara' hanesine yazılıyor.
Halbuki ciddi tarih araştırmaları, mesela tarikatların,
Milli Mücadele döneminde, adeta ortadan yarıldığını gösteriyor. Müritler,
İstanbul ile
Ankara arasında bölünüyor.
İstanbul Hükümeti'ni destekleyen din adamları kadar, Ankara Hükümeti'ne omuz veren din adamları da var o zamanlar. Hatta bu iki grup arasında,
'Fetvalar Savaşı' adı verilen, karşılıklı bildirilerle halkı yanına çekme çabası yaşanıyor.
Mustafa Kemal Paşa, Ankara'ya geldiğinde çeşitli tarikatların ileri gelenleri tarafından törenle karşılanıyor.
İdeolojik önyargılardan kurtulmuş modern tarihçilerin bu türden saptamalarını defalarca dile getirdik.
Ancak bilhassa cumhuriyet tarihini baştan sona tahrif eden zihniyeti değiştirmek mümkün olmuyor. Devletin en önemli kurumlarının tepe noktalarını işgal edenler,
kırk yıl önce lisede öğrendikleriyle düşünmeyi ve konuşmayı sürdürüyor.
Sinsi irtica, Kurtuluş Savaşı'nda yenilince inine çekiliyor mesela. Mütalaaya göre fırsat kolluyor.
1946'da çok partili hayata geçilince, hemen yerinden çıkıyor ve "
bazı " partilere (burada kastedilen elbette
Demokrat Parti'dir) "
sızıveriyor ".
Bu tür bir anlatımı, ciddi tarih kitaplarında bulmak mümkün değil. Olsa olsa kötü devlerden, cadılardan, şer güçlerden söz eden masallarda, mitolojilerde karşımıza çıkabilir bunlar.
Tarihe,
' Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği', ' Harry Potter: Zümrüdüanka Yoldaşlığı' üslubuyla ya da ne bileyim mesela
' Da Vinci Şifresi' kurgusuyla yaklaşırsanız; işte ancak o zaman (şeriatçı) öcülerden, kara (çarşaflı) büyücülerden bahsedebilirsiniz.
Öcülerden, büyücülerden söz açınca da, olayın mantığı gereği iş falcılığa kadar da uzanıyor. Gizli ajandadan, örtülü programdan filan bahsedilmeye başlanıyor.
Tabii böyle
fantastik bir kurgunun varacağı bir başka nokta da; örneğin
1978'deki
Maraş katliamını, bir
kontrgerilla operasyonu değil de, şeriatçıların saldırısı olarak görmek oluyor.
Ben bu tarih anlayışını fantastik edebiyatın bir parçası olarak telakki ediyorum şimdilik ama elbette bir
kara mizah çalışması olarak da ele alınabilir.
Görünen o ki yasaların, böyle bir tarihsel bağlama oturtularak yorumlanması arzulanıyor. Yani "
tarih böyle olduğuna göre, yasa ancak şu şekilde yorumlanmalı " denmekte.
Ancak karşımızda 'tarih' değil, bir 'edebiyat' çalışması var. Edebiyat dedimse; elbette
'Baltacı ile Katerina' ya da
'Hz. Ali'nin Cenkleri' tadında bir edebiyat.
Talebim şu: İster fantastik, ister kara mizah; hukukun ve dolayısıyla adaletin, bu edebiyatın neresine denk düştüğünü anlayanlar, bize de anlatsın.
Yayın tarihi: 3 Haziran 2008, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/03//akoz.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.