Söyleyecek bir şey yok. Amerikalıların dediği gibi durum kendini açıklıyor. Önceki gün yapılan Yargıtay açıklamasıyla birlikte, iki tarafın da dile getirdiği savlar bir yana, yargıyla yürütme yaman bir savaşa tutuşmuş görünüyor.
Yargı ideolojiktir Bu savaş kendiliğinden ve çoğunun öne sürdüğü gibi sadece yüzeyde görünen nedenlere bağlanabilecek bir savaş değil. Öteden beri devam eden siyasal yapımız çerçevesinde bakıldığında yargının belli bir
ideolojik eksende hareket ettiği ve adımlarını o ideoloji doğrultusunda attığı muhakkak. Bunda şaşacak bir şey yok, "bilenler" için olamaz da. Çünkü,
yargı özünde ideolojik bir olgudur .
Bu onun teknik tarafsızlığını ortadan kaldırmaz. Tam tersine yargı kararını egemen ideolojinin perspektifi içinde oluşturur. Bizde de aynı gerçek boydan boya yaşanıyor. Yargı kendi anlayışı doğrultusunda ideolojik bir yaklaşımla hareket ediyor. Buradaki hayati ayrıntı şudur. Yargı ortada bulunan yasalardan hareket ederek iktidar partisini karşısına alıyor. Ne var ki, mesele yasanın
uygulanması değil. Ondan daha da önemlisi yasanın, daha doğrusu
kurucu iradenin yorumlanması . Buna göre, Yargıtay Başsavcısı hazırladığı iddianamede anayasanın bir temel ilkesini yorumladı ve yorumunun doğru olup olmadığını kendi üstündeki yargı kurumuna sordu. Davanın anlamı budur. Bu da özünde hiç şeki şüphesi olmaksızın ideolojik bir yaklaşımdır.
Şimdi bu süreç devam ediyor. Devam ediyor, çünkü, yargı, son yayınladığı bildirgede kendi tavrını savunuyor. Henüz karara bağlanmadığı için görüşlerinin ve hareket tarzının eleştirilmesine tepki gösteriyor.
İdeolojiden pratiğe Bu yeni gelişme ilk adımdan yani Başsavcı'nın iddianamesinden daha farklı bir anlam taşıyor. Çünkü, gerçekten de bu hareketiyle birlikte yargı sadece ideolojik anlamda taraf olmakla kalmıyor. Aynı zamanda tavır alıyor.
Burada iki olgudan söz edilebilir. Bunların ilki, yargının ideolojik bir yaklaşımı Anayasa Mahkemesi'nin kararıyla birlikte bir tür doğrulatma çabasıdır. Bu aynı zamanda yasanın içtihat olmasa bile iç kararlarla olumlu ve teknik anlamda aşılmasıdır. İşin içinde bu boyut olduğundan ve yasamanın oluşturduğu yasanın sınırları bu şekilde esnetilebildiği için son günlerde
Meclis Başkanı çeşitli açıklamalarda bulunabiliyor,
Anayasa Mahkemesi Başkanı da onunla koşut olmasa bile hukukçuluk dili açısından bakınca aynı doğrultuda denebilecek sözler ediyordu. Şimdi öyle anlaşılıyor ki, yargının içinde de bir çelişki meydana gelmiştir. Yargıtay açıklaması bu tür yorumlara da kapalı daha dar ve katı bir yaklaşımdan yanadır. Yargıtay bu yöndeki açıklamalara ve yorumsamalara karşıdır. Bunu kabul etmek olanaksız.
İkincisi, Yargıtay'ın son açıklaması (Başsavcıya dönük kabul edilemez yaklaşımları eleştiren haklı bölümü dışında) yargının önünde duran ve hukukiideolojik boyutu açık olan bir iddiayı çeşitli kademelerde tartışmayı da kabul etmiyor. Tam tersine o "modeli" bütünüyle devre dışı bırakmayı öngörüyor. Bu maksatla neredeyse bütün toplum kesimlerini ve o arada savunmacı konumunda bulunanları da karşısına alıyor. İşi yargı sürecinden çıkarıp politik bir tartışmaya dönüştürüyor. Şöyle bir kavramla izah edeyim
yargı politikaları bakımından öne çıkıyor.
Bütün bunlarla birlikte bakınca son adımın talihsiz olduğunu söylemek kaçınılmaz. Yargı böylelikle hukukun oluşma süreçlerine dönük bir müdahaleyi önermiş oluyor. Oysa hukuk dediğimiz hadise son kertede
usuldür. Hukuk usulün içinde oluşur. Oysa bu son açıklamayla birlikte yargı hukuku sadece kendi uhdesinde görmüş ve bir yanlış yapmıştır. Çünkü yargı hükmünü vermek mahkemelerin; ama hukuk bir süreç ve tartışma olarak bütün toplum katmanlarının hakkıdır.
Başka söze galiba hacet yok.
Yayın tarihi: 23 Mayıs 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/23//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.