Herkes tedirgin

Anayasa Mahkemesi Başkan vekili Osman Paksüt, "takip ediliyorum" endişesine düşmüş. Resmi açıklamalara göre, Paksüt'ün peşine polis aracı takılmamış. Nereden bakarsanız bakın, garip bir olay. Her şeyden önce, AK Parti aleyhine açılan davanın, Anayasa Mahkemesi üyelerinin üzerinde nasıl bir baskı yarattığını gösteriyor. Ülkenin kaderi adeta onların eline teslim edilmiş durumda. Partiyi kapatsalar da, kapatmasalar da, mutlaka bir kesim, üyeleri sert bir biçimde eleştirecek.
Önümüze baktığımızda, muhtemel gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz:
İyi niyet varsa, savcı ek iddianame düzenlemez, Anayasa Mahkemesi de davayı süratle neticelendirir. Mesela, en geç ağustos ayında kararı açıklar.
İyi niyet yoksa, iş sürüncemede bırakılır. Karar, kasım-aralık ayına sarkar.
Mart ayında düzenlenecek mahalli seçimler dolayısıyla, 3 aylık bir seçim dönemi var. Ya AK Parti seçim dönemi içinde kapatılırsa! O takdirde, yeni parti de devreye giremez. Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'nin böyle bir şey yapmayacağına, hatta yasal olarak yapamayacağına inanıyor. Oysa, Siyasi Partiler Kanunu'na ve Seçim Kanunu'na göre ortada yasal bir engel yok. Siyasi Partiler Kanunu'nun 100. maddesi, sadece rakip bir partinin veyahut hükûmetin kararı üzerine Adalet Bakanı'nın istemiyle, seçim döneminde dava açılamayacağını öngörüyor. Anayasa Mahkemesi'nin zamanlamasıyla ilgili bir kısıtlama mevcut değil. Bununla beraber, Anayasa Mahkemesi seçim döneminde partiyi kapatmaya cesaret edemez; çünkü o takdirde "kötü niyet" iyice belirgin hale gelir.
Bir başka tertip de, Erdoğan'ın milletvekilliğinin düştüğü sırada, ara seçim için gerekli 3 aylık dönemde, Belediye Başkanlığı'ndan kalan bir iki davanın, hemen görülmesi ve mahkumiyetle neticelendirilmesi olabilir; böylece, yeniden milletvekili seçilmesi önlenebilir. 3 ayda, bir davanın tamamlandığı Türkiye'de görülmemiştir ama, AK Parti liderini tasfiye için kimilerinin gözünde her yol mubahtır.