Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu, anayasa değişikliğinin hukuki çerçeve içinde cereyan etmesi için 3 şart öne sürüyor: 1) Anayasada öngörülen usul ve şekle uyulması; 2) Anayasanın temel ve değişmez ilkelerine uygun davranılması; 3) Bu konudaki yargı kararlarına uyulması.
Demek istiyor ki,
"Sen istediğin hukuki düzenlemeyi, anayasada belirtilen şartlara uyarak yap. Bir anlam taşımaz. Çünkü Danıştay'ın ve Anayasa Mahkemesi'nin çağdışı laiklik anlayışıyla bağlısın." Bunun adı,
juristokrasi değil de nedir?
Peki dünyada kabul gören laiklik anlayışı nasıl? İzah edelim: Her şeyden önce
devlet laiktir; toplumun laik olması düşünülemez ; toplumu oluşturan bireyler dindardır veya dinsizdir ya da kendilerine göre farklı inançları benimsemişlerdir. Ama maalesef Anayasa Mahkemesi, laiklik ilkesini, dünyanın hiçbir ülkesinde kabul görmeyen şekilde tarif ediyor. Dini, Allah ile kul arasında dar bir alana,
kişilerin vicdanına hapsederken, toplumun yaşantısına yansıyan İslâmi değerlerin pek çoğunu,
"istismar" şeklinde değerlendirebiliyor.
Geçen gün, Prof. Nur Vergin ile beraberdik. Vergin de,
"laiklik, bir amaç değil, yöntemdir; toplumu barış içinde yaşatmanın yöntemidir" düşüncesinde. Evet laiklik bir
barış şemsiyesidir ; devlet, inançlara karşı eşit mesafede durarak bu barışın devam etmesini sağlar.
Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya ise, ilmi gerçeklikten tamamen uzaklaşarak,
"kişiler laik olmaz, devlet laiktir" cümlesini, Tayyip Erdoğan'ın aleyhine delil olarak dava dosyasına koyabiliyor. Yalçınkaya'nın iddianamedeki laiklikle ilgili sözlerinin de bilimsel kabulü mümkün değil. Ne diyor? Hatırlatalım:
"Laiklik toplumların düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması, siyasal, sosyal, ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. İnsanları kul olmaktan çıkarıp birey yapan, bireye özgür düşünce olanakları veren... bir ilkedir. Laik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, gerçek ve saygın yerinde tutularak, kişilerin vicdanına bırakılır." Oysa laik bir ülkede bireylerin, inanç değerlerinden arınması, dünyadaki ilişkilerini ve yaşantılarını, dinin emirlerine göre tanzim etmekten vazgeçmesi beklenemez. Ama hem Anayasa Mahkemesi, hem de Başsavcı, laikliği, sadece devletin değil, toplumun ve hatta bireyin kültürel ve sosyal bir özelliği olarak takdim ediyor. Onlara göre devlet, otoriter bir şekilde toplumu şekillendirmekle yükümlüdür. Batı dünyası,
demokratik laiklik diyerek, işte, bu jakoben yaklaşıma karşı çıkıyor. Laikliğin, devlet yerine, insanın sıfatı haline getirilmesini eleştiriyor.
"Türkiye nasıl daha çağdaş, daha Batılı bir ülke olabilir?" sorusunun cevabı da açık:
Statükoyu temsil eden yargıçlar emekliye ayrılıp, yerlerine dil bilen, ezber bozan, kafalarının içi aydınlık yenileri geldikçe.
Yayın tarihi: 13 Mayıs 2008, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/13//haber,F330E4256B154A9382C5297118C4BB4D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.