Aklın ve mantığın çaresiz kaldığı anlar vardır. Düşünün ki bir ailede bile, çocuklarınızı istediğiniz gibi yönlendiremiyorsunuz.
İşyerinizde çalışırken çeşitli dengeleri gözetiyor ve zaman zaman isyana dayanan duygularınızı bastırıyorsunuz.
Sonra da kalkıp, tarihi, gelenekleri, sayısız farklılıkları bulunan koca bir toplumu, kafanızdaki modele göre şekillendireceğinizi sanarak toplum mühendisliği yapmaya kalkışıyorsunuz.
Tabii sonunda büyük kırılmalara, tepkilere, istikrarsızlıklara, güvensizliğe ve hatta bölünmelere sebep oluyorsunuz.
Siyaset ve demokrasi, bu gibi durumlar ortaya çıkmasın diye vardır.
Toplumu ideallerinize göre değiştirmek, bir hedefe yönlendirmek, reformlar yapmak, modernleştirmek, geliştirmek gibi hedefler siyasette elbet bulunmalıdır. Ama bunları yapmak isterken, ne tarihi, ne coğrafyanızı, ne gelenekleri, ne de sosyopolitik gerçekleri yok sayabilirsiniz.
Başarı imkânsız
Bunlar bir noktada geri teper ve toplum mühendisliğine dayalı olarak inşa ettiğiniz binayı çökertir.
Bu hep böyle olmadı mı tarihte?
Toplum mühendisleri bırakın dünyayı biçimlendirmeyi, kendi ülkelerini bile istedikleri kalıba sokamadı.
Siyaset ve demokrasinin birlikte yaşatıldığı ülkelerde ise, hem değişim hem reformlar, kavgalara ve bölünmelere sebep olmadan sürdü, sürmekte.
Siyasetin demokrasi ile kaynaştığı, hukukun üstün olduğu, temel hak ve özgürlüklerin üst değerler olarak benimsendiği, şeffaflığın ve serbest rekabetin gelişmenin itici gücü olduğu "Avrupa Birliği Projesi" bugün kıta çapındaki bir değişimi gerçekleştiriyor.
Tarih boyunca birbirleri ile savaşmış ülkeler, ideolojik kamplaşmayı birbirlerini yok etme soğuk savaşına dönüştürmüş devletler ve kanlı din kırımlarının tarafı olan mezhepler, şimdi AB içinde, aynı titreşim katsayısında yarına bakıyorlar.
İspanyollar yine Katolik, Yunanlılar yine Akdenizli, Bulgarlar yine Balkanlı, İngilizler yine İngiliz, Almanlar yine Alman...
Daha iyi bir düzen
Ama hepsi hukuklarını ve ekonomilerini, Brüksel'e göre ayarlıyor.
Kimse kimseye "Benim iç işlerime karışamazsın" demiyor.
Türkiye bu sürecin dışında kalmamalı.
Kentlerimizin daha düzenli, hastanelerimizin daha sağlıklı, yargımızın daha bağımsız, siyasetimizin daha şeffaf, okullarımızın daha çağdaş, ekonomimizin daha rekabetçi, idaremizin daha adil olmasını amaçlıyorsak, AB üyelik hedefini kaybetmemeliyiz.
Her farklı fraksiyonun kendi önyargılarına göre ülkeyi sağa sola çekiştirmeye çalıştığı, her eğilimdeki toplum mühendisinin acemi nalbantlığını devlet ve siyaset üzerinde denemeye kalkıştığı bir siyasi düzen, Türkiye'yi Ortadoğu'nun kısır döngüleri içine sürükler.
Laiklik demokrasi ile kaynaştığı ölçüde toplumun korunması altına alınır.
Nasıl bir yarın
Neticede şeriatçılık da totaliter bir rejimi amaçlar. Hukukun ve siyasetin kaynağı şeriat düzeninde, insan ve toplum değildir... Teokratik devlet, kutsalların, yani tartışılmazların devletidir.
Bunun alternatifi olarak başka bir totalitarizmi sunar ve dünyevi olguları kutsallaştırırsak, demokrasiyi siyasetten kopartırız.
Olayı bir "iktidar kavgası"nın ötesinde görmeye mecburuz.
Türkiye'nin yarınını demokrasi, laiklik, modernleşme, gelişme çizgisi üzerinde görenler, AB sözcülerine "Biz sömürge miyiz" içerikli tepkiler gösterme alışkanlığını bırakmalıdır.
Avrupa'nın sesinin Türkiye'de duyulması, demokrasiye de, laikliğe de, hukuka da güç katmaktadır.
Yayın tarihi: 8 Mayıs 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/08//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.