Kimin fikriydi hatırlamıyorum. Sanıyorum reji ekibinden biri gelip, Hızlı gidiyoruz, çekim tahmin ettiğimizden erken bitecek," gibi bir şey söylediğinde başladı her şey. Oyuncu odasında bir 'kurtlanma' hissettim. Gidip şunu mu yesek, bizde mi otursak derken, ünlülerin ve müzikseverlerin' pek sevdiği bir bar ismi geçmeye başladı. Haftalık programımı aşağı yukarı biliyorsunuz. 100 dakika yazıp, oynadıktan sonra kalan boş vakitlerimi genellikle uyuyup yemek yiyerek değerlendiriyorum. Fakat bir şekilde ikna edildim ve topluca Hayal Kahvesi'ne gitme kararı alındı. Bu esnada 160. bölümümüzü çekmek üzereyiz ve bir şekilde 'kendimizi tebrik etmek' istiyoruz, ancak sette pasta kesecek zaman bile yok. Hem bu vesileyle hem de eğlenmeyi hak ettiğimizi düşünerek atladık arabalara. 'Bar önü paparazzi' kültürüm pek yok. Zira her tür gece ve eğlence hayatından son yıllarda tamamen koptuğum için, 'Paparazzilerin ünlüleri bar çıkışı yakalayıp röportaj yapması' anlarını sizin gibi televizyondan takip ediyorum. Fakat bu durumun, sanatçıların tarafında yaşanan bir perde arkası varmış. Mekâna yaklaştıkça Engin Günaydın ve Binnur Kaya'nın telefon trafiği hızlanıyor. Gelen ilk bilgi, kapıda gazetecilerin olduğu yönünde... Daha doğrusu rivayet muhtelif. Bir arka kapıdan bahsediliyor, ancak orada da birkaç fotoğrafçı durduğu söylentisi var! "Bence ön kapıdan girelim yine de," diyor birisi, basının arka kapıda konuşlandığını, böylece şaşırtmaca sözkonusu olacağını ortaya atarak... Nedense arabayla durup karar vermeye çalışıyoruz. Birisi "Boşverin, evlere dağılalım," diyor. Binnur Kaya, bir sürü arkadaşına orada buluşmak üzere söz vermiş, hayıflanıyor. Hasibe Eren, Hayal Kahvesi'nden arayıp, herkesin geldiğini, bizim niye geç kaldığımızı soruyor ve gazeteci görmediğini söylüyor. 'Bizim araba halkı' şu teoriyi ortaya atıyor: Kapının önüne bir 'casus' bırakılmış ve gazeteciler arka sokaktaki kafede bekliyorlar. Muhtemelen Hasibe Eren ve diğer arkadaşlarımız 'casus' tarafından görüldü ve biz gidince hemen 'avlanacağız'! Bense kararsızım. Arabada öyle duruyoruz. Sanki banka soyacağız. En sonunda bir suçumuz olmadığı, bu kadar çalıştıktan sonra gidip bir saat eğlenmeye hak kazandığımız konusunda fikir birliğine varıyoruz. Arabanın durabileceği yerden, mekâna yaklaşık 50 metrelik bir yürüyüş yolu var. O yolu atlattık mı, tamamdır. Sokağı kollayarak, gidip durup, hızlı adımlarla 50 metreyi aşıyoruz. Mekânın içindeyiz. Sürekli dışarıdan haber geliyor: "Gittiler,", "Kalabalıklaştılar,", "Arka tarafta bekliyorlar,", "Sizin için gelmemişler, yan barda bilmem kim varmış, onu çekip giderler,", "Tamamen sizin için gelmişler,", "Şu anda kapının tam önündeler!" Ne kadar rahat ve gönlümüzce eğlendik, tahmin edersiniz.
SUÇUMUZ NE? Sonunda, Binnur Kaya ile ben, geceyi bitirmeye karar veriyoruz. Diğerleri biraz daha kalacak. "Aman," diyorlar, "gitmeyin, hemen yakalanırsınız!" 'Yakalanmak' mı? Ne yaparken? Hangi suçla? Eeee ne yapacağız? "Bekleyeceksiniz!" Kaça kadar? "Bar kapansın, giderler!" Sabahtan akşama kadar çekim yapmışım, ertesi gün sonraki bölümünün senaryosuna başlayacağım! "Yok," diyorum, "kusura bakmayın, ben gidiyorum, isterlerse dizi röportaj yapsınlar!" Binnur Kaya ile çıkıyoruz ve gerçekten ışıklarını burnumuza burnumuza patlatan birkaç kamerayla karşılaşıyoruz. Bu karşılaştığımız arkadaşlar sağolsunlar, sadece işini yapan türden. Sanatçıya tinerci musallat edip haber yapmak, çekmek, itmek, özellikle sinirlendirmeye çalışıp tepkisini kaydetmek gibi durumlar yok. Zaten bu bahsettiğim olaylar yüzünden sanatçılar rahatsız ve tavırlı. İçin için gazeteci gibi hisseden bir sanatçı ya da sanatçı hisseden bir gazeteci olarak, problemin burada olduğu kanaatindeyim.
Soruyorlar işte, "Dizi seneye devam mı, sürprizler var mı?" filan. Siz paparazzi olsanız ne yaparsınız? "
Avrupa Yakası'nın bütün oyuncu ekibi burada, ama ben en iyisi çekmeyeyim, şimdi ayıp olmasın adamlara," demezsiniz herhalde. Bir yandan yürüyüp, bir yandan sorulara cevap veriyoruz. Bir de antrenmanlılar ki! 50 metrede 10 soru filan geliyor, gayet seri. Arabaya vardığımızda artık diziyle ilgili sorular bitmiş, birisi başka bir konu açıyor hemen: "Arabanız çok mütevazı, ne diyeceksiniz?" Allah müstahakkınızı versin. Ne denir ki buna? "Param yok,", "Cimriyim,", "Araba görünüşte mütevazı, yoksa içini krokodil kaplattım,", "Başka bir tane daha var, o süper ama bu kolay park ediliyor diye aldık,", "Otomotiv hayatım konusundaki soruları cevaplamıyorum,", "Yorum yok..." Hiçbirini demiyorum, "İyi akşamlar!" dileyip, gülerek biniyoruz. Araba hareket ederken şöyle cümleler duyuyorum: "Bazı sanatçılar arabalara astronomik rakamlar verirken, siz..." filan. Bir polemik arayışı ama o kadar olacak... Geceyi zehir edecek kadar bir şey yokmuş yani. İyi niyet olsun, hayat bayram olsun, sanatçı kaçmasın, paparazzi kovalamasın! Ha, bir daha gider miyim? Zor!
Yayın tarihi: 27 Nisan 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/27/pz/haber,E674756E47AE4053915612AF0F488AEA.html
Tüm hakları saklıdır.