İzmir'in eski Belediye Başkanı
İhsan Alyanak'ın ölümüyle, Edirne Belediyesi'ne yönelik
"Dede" operasyonunun aynı döneme denk düşmesi, görmek isteyenler açısından derslerle dolu.
En önemlisi elbette
"zenginlik" le ilgili... Eminim iki dönem İzmir gibi büyük bir şehre başkanlık yapan
Alyanak'ın zengin çıkmaması sadece
Ertuğrul Özkök'ü değil, milyonları şaşırtmıştır.
Çünkü özellikle son 30 yılda belediyecilikle, zenginleşme arasında güçlü bir bağ olduğu, kanaat değil artık bir gerçek.
Ve o kadar ötekine alışmışız ki, zengin çıkmayınca şaşırıyoruz.
Daha ilginci bırakın belediye başkanı olmayı, bir biçimde belediyede çalışmış birinin
"köşe" yi dönmemesi toplum tarafından
"salaklık" olarak niteleniyor.
AB eşiğindeki Türkiye'nin artık bu algıya da, bu tür belediye başkanlarına da bir son vermesi gerekiyor.
Peki, neden verilemiyor?
Verilemiyor çünkü kentler bir rant mekanı olmaktan çıkartılamadı. Daha doğrusu kimse çıkartılmasını da istemiyor.
Düşünsenize, AK Parti 2002'de iktidara geldikten sonra yerel yönetimlerle ilgili gerçekten
"reform" düzeyinde çok önemli yasalar çıkarttı.
Ama nedense son iki yıldır Meclis'te bekleyen
"İmar Yasası"nı çıkartmadı.
Dahası, başta İstanbul olmak üzere büyük kentleri
"7 Kocalı Hürmüz" haline sokan bakanlıkların plan yapma yetkisini kaldırmadı.
Tıpkı, seçim ve siyasi partiler yasası gibi Ankara ipleri hep elinde tutmak istiyor.
Kentlerdeki belediyeler de aynı merkezi despotluğun bir versiyonu gibi.
Onlar da yetkiyi ellerine geçirdiğinde kendini
"Yerel Kral" ilan ediyor.
Hala bir ruhsat çıkarmak için aylarca bekleniyor, hala onlarca imzaya ihtiyaç duyuluyor.
Peki, aynı şey neden bir AB ülkesinde olmuyor?
Paris'te, Londra'da Berlin'de bir
"imza" ile milyon dolarlar kazanmak mümkün mü?
Ama İstanbul'da mümkün. Bırakın kaçak yapıyı, bugün değerlenen İstanbul'da
"yasal" yollarla alınan bir ruhsata atılan
"imza" nın değeri milyon dolarla ölçülüyor.
Plan tadilatı yap, köşeyi dön! Elbette işadamının riski var, para kazanması gerekiyor. Ama kente yük getirecek,
"plan tadilatları" ile yüksek yapı hakkı verilirken o kente de bir
"pay" verilmeli.
İşte bu bir sisteme bağlanmadığı için işin içine
"rüşvet" giriyor. Bir anlamda rant paylaşımı bu...
Düşünsenize, İstanbul'un merkezi semtlerinden birinde devlete ait bir emlakı 25 milyon dolara satın alıyorsunuz. Sonra belediyeye gidip mevcut yapıyı yıkıp yeni bina yapacağınızı söylüyorsunuz. Ama tek bir şart var:
"Plan tadilatı" yaptırmak.
Bunun anlamı şu: Fazla kat hakkı elde etmek. Bu hakkı aldığınızda daha çivi çakmadan arsanızın değeri 10 katına çıkıyor.
Alın size kentlerdeki en basit zenginleşme yolu. Bunu farklı alanlara da uygulamak mümkün.
Şimdi bu
"zenginleşme" den
"imza" sahipleri pay almaz mı?
Belediyeleri ve belediye çalışanlarını
"zan" altında bırakan asıl gerçek de bu.
Yerel demokrasinin geliştirilmesi gereken bir süreçte Türkiye'nin radikal kararlar alarak, bu kirli yapıdan kurtulması gerekiyor. Aksi halde rahmetli
Alyanak gibi
"zengin" çıkmayan belediye başkanlarına daha çok şaşıracağız...
Şaşırmamak için iki önerim var...
Bir:
Gelin imar verme yetkisini bazı Batı ülkelerinde olduğu gibi bağımsız "Kent Atölyeleri"ne verelim. İki:
Önümüzdeki seçimlere katılacak eski belediye başkanları ve yeni belediye başkan adayları mal beyanını açıklasın... Yerel seçimlere az bir zaman kaldı.
Kıran kırana bir seçim savaşı yaşanacak.
Zenginlik de paylaşılmadığı için daha ne ihbarlar, ihanetler ve itiraflar göreceğiz.
Bu kirli manzaradan kurtulmanın tek yolu bu işleyişi değiştirmek.
Yayın tarihi: 9 Mart 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/03/09//ovur.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.