Üstünden 4 gün geçmesine rağmen Avrupa TV'lerinin her haber bülteninde tekrarladıkları Belgrad'daki alevli gecenin görüntüleri bizi yarım yüzyıl öncesine götürdü. O Eylül gecesinde yıldızları yutacakmış kadar yükseğe ulaşan alevleri görünce babamın dizlerine sarılmıştım. Boyum beline ulaşmaya, göğsüne gömülmeye yetmediği için.
"Korkma oğlum" demişti rahmetli babam beni kucağına alırken,
"Milli öfkenin kontrolden çıkarılmış hadiselerinden biri bu." (Belleğime kazınan bu cümlenin gizemini yıllar sonra çözebilecektim.)
6 Eylül 1955'i 7 Eylül'e bağlayan geceydi. Babam, annem, kardeşim ve ben Akhisar'dan İzmir'e gelmiştik. Fuar'ı gezmek ve 9 Eylül'de İzmir'in kurtuluş günü şenliklerini izlemek için.
O gece Kültürpark'ta (Fuar'ın düzenlendiği alan) yürürken birden iki yanımızda ellerindeki sopaları meşaleye dönüşmüş gruplar belirmişti. Koşar adım ilerliyorlardı. Sloganlar atarak:
"Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır!"
Sonra o alev toplarını bir yapıya doğru atmaya başladılar: Yunanistan pavyonuna. Meşaleleri olmayanlar ise alevlere atılıyor, önüne çıkanı tekmeliyor ya da yağmalıyorlardı.
Bir süre sonra gittiler, geriye göğe yükselen alevler kaldı. Duyduk ki, bir sonraki hedeflerine koşmuşlar: Birinci Kordon'daki Yunanistan Başkonsolosluğu'na.
Meğer İzmir'de olaylar hafif atlatılmış. Asıl facia İstanbul'da olmuş.
İzmir'de, İstanbul'da 6-7 Eylül 1955 gecesi yaşananlar geçen Perşembe gecesi Belgrad'da yeniden sahnelendi; yüz binler "Kosova Sırp'tır, Sırp kalacaktır" sloganıyla ABD Büyükelçiliği'ni ateşe verdi, aralarında Türkiye Büyükelçiliği'nin de bulunduğu birçok binaya saldırdı, dükkanları yağmaladı.
Düşünün 1955'te olayların kaynağı olan Kıbrıs, o tarihte 80 yıl önce, 1876 Berlin Kongresi'yle elimizden çıkmıştı. Ve
o 6-7 Eylül gecesi, olaylara karışanların hiçbirinin yaşamadığı ama ulusal bellekte derin izler ve korkular bırakmış bir dönemin travması su üstüne fırlamıştı. Geçen Perşembe gecesi Belgrad'da her şeyi yakıp-yıkan yüz binler ise sadece 9 yıl önce fiilen koparılmış ama hukuken Sırbistan'ın parçası olan toprakların dış güçlerin dayatmasıyla ellerinden alınmasının psikolojik çöküşünün pençesinde kıvranıyorlardı.
Self-determinasyon tuzağı Hayır; amacımız Sırplar'ın "Vandallığı"nı mazur göstermek değil. Sadece
uluslararası düzende hukukun değil bilek gücünün ve büyük güçlerin çıkarlarına göre yontan "Nalıncı Keseri"nin geçerli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Üstelik bu çokuluslu ikiyüzlülük Kosova'yı çok daha vahim gelişmelerin, sonucunu kimsenin kestiremeyeceği bir kaos döneminin kuluçkası yaptı.
Türkiye'nin de kurucu üye olarak imza koyduğu BM Şartı'nın
"Kendi geleceğini belirleme hakkı" (Self-determinasyon) ilkesi, sömürgelerin bağımsızlık taleplerine hukuki meşruiyet sağlamak için getirilmişti. Varolan devletlerin toprak bütünlüğü ise "Sınırların değişmezliği" ilkesiyle güvence altına alınmıştı.
Kosova ile ilk kez olarak bağımsız bir devletin sınırları, sömürgeler için konulmuş ilkeyle değiştirildi.
Sorumsuzca, bencilce açılmış "Pandora Kutusu"nun, tüm kötülükleri dünyaya yayılmadan kapatılabilmesi için tek umudumuz var: Kıbrıs!
1960'ta Kıbrıs'ın bağımsızlığı, Afrika'daki bağımsızlık hareketleri için tetikleyici değilse bile, önemli bir "Kilometre taşı" olmuştu.
Kıbrıs bugün başlayan yeni dönemde yeniden birleşmeyi başarırsa gezegenimizin "Mikro devletler" karmaşasına sürüklenmesinin önüne geçebilir.
Yayın tarihi: 25 Şubat 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/25//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.