Bana duyguları saklamamak gerektiğini öğreten babamı, yılbaşı arifesinde yitirmiştim.
Bu satırları geçen yılbaşı okudunuz. Belki de her yılbaşı okursunuz. Çünkü bu benim hikâyem... Yine geldi bir yılbaşı daha... Benim yılbaşı günleri yazacağım bir yazı var. O da bu yazılmış yazı... Bu yazıyı okudukça o yoksul, hüzünlü ama mutlu yılbaşı gününü bir daha yaşıyorum. Bir de... Babasızlığın o dayanılmaz hüznünü... Lafı uzattım... Yıllardır kutlanamayan, ama anılarla yaşanan bir yılbaşı yazısını engin hoşgörünüze sığınarak bir kez daha sunuyorum. Ne yapayım... Her yılbaşı geldiğinde canım yazı yazmak istemiyor işte... Öyleyse buyrun benim hikâyeme: Size komik gelecek, ama 30 yıldır sinemaya gitmiyorum. Nedeni basit. Yanımda çekirdek yiyenlerden nefret ederim. Teşrifatçının ışığı gözüme tutmasına tahammül edemem. İstediğim zaman rahat ağlayamam, utanırım. Bu yüzden film seyretmenin o muhteşem keyfini evimde ve tek başına yaşarım. Güleceksem bağırarak gülerim. Ağlayacaksam zır zır ağlarım. Bu yüzden de sinemaya gitmiyorum, gitmeyeceğim de...
AĞLAMAK GÜZELDİR Peki şu,
Babam ve Oğlum filmine gitseydim ne yapardım? Her gidene soruyorum; "Ağladın mı?" Hemen herkes, ağlamanın güzelliğinden bahsediyor. "Yapmayın, ben herkesin içinde ağlamaya utanırım, gözyaşlarımı nasıl saklarım?" diyorum. Herkes suratıma bakarak gülüyor: "
Babam ve Oğlum filminde herkes ağlarken, sen ne yapacaksın?" "Ben de ağlarım," diyemiyorum ki! Çünkü benim de bir hikâyem var. Babamla aramda geçen bir hikâye. Kahramanmaraş'ın Afşın kasabasında Yeşilyurt Mahallesi'nde yaşıyorduk. Henüz ilkokul öğrencisiydim. Her şey inanılmaz güzeldi. Mutlu bir aileydik. Bir gün baktım, anacağım ağlıyor. Israrla sordum. "Babamız hasta, İstanbul'a hastaneye gidecek," dedi. Afşın'da çok sevilen, başöğretmen olan babam Mehmet Kanat, bir sabah yatağımızda yatarken bizleri öpüp koklayıp İstanbul'a gitmiş. Bizi uyandırmadan... Yaz geçti. Sonbahar geldi. Kış geldi, kar yağdı, yılbaşı yaklaştı. Gazetelerde bir fotoğraf; yaşlı ve sakallı bir adam sırtında torbasıyla gidiyor, çırılçıplak bir çocuk ise geliyordu. Üç numaralı gaz lambasının ışığında, masa yaptığım elma sandığının üstündeki defter ve kitabımı topladım: "Anne dersimi bitirdim. Bu gece yılbaşı. Hadi bize bir şey yap." O çocuk aklımla annemden yılbaşı yemeği istedim. Annem biraz sonra odaya bir tepsiyle geldi; tereyağda bir çift yumurta... Annemle o yumurtayı öyle bir iştahla yedik ki! Uyuklayan ağabeyim Ziya, kardeşlerim Meserret ve Mesut (rahmetli) kahkahalarımıza uyandılar. Hayatımın ilk babasız yılbaşında mutlu mu oldum? Bildiğim tek şey o yılbaşı gecesinden sonra rüyalarımda hep uçurumdan düşüyordum. Babam ne zaman mı öldü? Yılbaşına birkaç gün kala, sevinçten, mutluluktan öldü. Yılbaşına birkaç gün kala diyormuş ki: "Evlatlarımla, sevdiklerimle birlikte olsak, ne güzel olur." İşte bu yüzden bir araya gelmeye karar verdik, "Babamıza bir sürpriz yapalım," dedik. Herkes etrafında toplanmıştı. Ben de bir sürpriz yapmaktan vazgeçtim, heyecanlanmasın diye yılbaşına bir gün kala telefon ettim. "Baba," dedim, "sofrayı kur, yarın gece yılbaşını hep beraber kutlayacağız."
BABAMIN SON SÖZLERİ Babamın telefondaki ses tonu öyle mutluydu ki... Anneme, "Çok mutluyum," demiş. Sonra "Bana bir bardak rakı getir, ama önce bir de öpücük ver!" diye eklemiş. Annem mutfaktan elinde bir bardak rakıyla geldiği zaman, babam koltuğunda gülümsüyormuş. Bir gün sonra yılbaşı günü babamın etrafında buluştuk. Ama hep gözyaşları vardı. Hayatın acı bir sürprizindeki tek teselli şuydu; babam mutluktan ölmüştü! Peki, bu yılbaşında ne mi yapacağım? Annemle telefonla konuşacağım... Sonra da tereyağda bir çift yumurta yiyeceğim. Hayattayken bir gün babama dedim ki; "Beni niçin sarıp sarmalayıp sevmedin? Neden hep uykuda sevdin?" Babam bakışlarını benden kaçırdı. Ben ısrarla kolundan çekip, "Ben baba olunca oğlumu uyurken yatağında değil, hep uyanıkken seveceğim," dedim. Anacağım beni bir köşeye çekip boynuma sarıldı, "Erkek çocuk şımarmasın diye baban seni hep sen uyurken severdi. Ama hep severdi," dedi. Sahi! Erkek demek, ne demek? Baba demek, duyguları saklamak mı demek? Hayat bana çok şey öğretirken şunu da öğretti; baba olmanın ne demek olduğunu baba olunca anladım. Bir şeyi daha öğrendim. Baba sevgisini anlatırken, ağlamanın hiç de ayıp bir şey olmadığını... Gözyaşı dökmenin hiç de utanılır bir şey olmadığını... Biliyorum ki şimdi şunu düşündünüz... Mutluluk her zaman mutluluk getirmez. Bazen de hüzün getirir. Mutluluk düşlerken hüzünle biten benim hikâyemdeki gibi hüzünlü bir yılbaşı geçirmemeniz dileğiyle...
MESAJ: Acemi aşk yazarı olan bu satırların yazarı, çok sevdiği ve yazarken de mutlu olduğu aşk ve sevgi konusundaki yazılarına ara veriyor. Nedeni şu; sevmek için, insanın önce kendisini sevmesi gerekiyormuş. Önce kendimi sevmeyi öğreneceğim... Şimdi sokaklara geri dönüyorum!
Yayın tarihi: 30 Aralık 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/30/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.