Bana zor gelen, istemediğim, sevmediğim, ama gerçekleştirmeye de zorunlu olduğum bir iş varsa, bir an önce olsun bitsin diye acele ederim. Hani gören de çok hevesle beklediğim ve yaşamak için deli olduğum bir şey sanır. O derece! Küçükken de böyleydim ama ben... İlkokulda bilmem ne aşısı için vurucu tim, sınıfın kapısından içeri girdiği anda, bütün arkadaşlarım ağlayarak arka sıralara kaçışırken, ben en az onlar kadar korktuğum halde, "Önce ben, önce ben," diye ileri fırlardım.
ELBİSE SENDROMU
Yani korku daha mideme inmeden, henüz göz hizasındayken, kolumu uzatır, işi bitirtirdim. Sonra da sınıfın en iyi manzaralı köşesine çekilir, koluma alkollü pamuğu dayamış vaziyette, ağlayıp, tepinen, kendini yerlere atan sınıf arkadaşlarımı, gizli bir keyifle izlerdim. Heyyy gidi günler heyy! O zaman da aynı nevropatmışım yani... Henüz bir Imelda Marcos olmadığım için, öyle odalar dolusu giysimi, ayakkabımı sergileyebileceğim alanlarda yaşayamıyorum. O yüzden her sonbahar ve ilkbaharda bir kışlık kaldırma, yazlık çıkarma ve tersi sendromu yaşanıyor evimde. Ve o her mevsim döngüsünde de nefret ettiğim bu operasyonu, bir an önce bitirip kurtulmak için aceleci davranıyorum. Ve yine her yıl tekrarlanan aceleciliğim yüzünden de nisan aylarını zemheri zürefası gibi incecik elbiseler ve parmak arası terliklerle titreyerek, ekimi de boğazlı kazakla terden sırılsıklam geçiriyorum. Ayağımda botlar, çizmeler... Fakat şu yazlık-kışlık kaldırma seanslarının bana hatırlattığı bir mevzu vardır ki ben bir yazıyı da kadın-erkek ilişkisine bağlamazsam çatladığımın da kanıtıdır. Bazen, sürekli küs-barış yaşanan, bir türlü ayrılmayı beceremeyen çiftleri andırır bu eylem bana. Hani bir elbiseniz vardır, çok severek aldığınız... Bir dönem üzerinize, üniforma gibi yapışmış. Ama artık giymekten değilse bile görmekten sıkıldığınız.. Yine de kıyıp da bir türü atamadığınız... Ya da atmaktan geçtik, yabana gitmesin diye, birisine vermek istediğiniz, ama onu bir başkasının üzerinde görme düşüncesine de katlanamadığınız... Burada hemen küçük bir itirafta bulunmak istiyorum.
VAZGEÇTİM, GERİ VER
Ben bazen böyle bir arkadaşıma verdiğim giysiyi günün birinde, o arkadaşımın üzerinde gördüğümde, "Çıkarsana sen şunu, vazgeçtim, geri istiyorum," dememek için kendimi zor tutarım. Çünkü bir zamanlar çok severek üzerimde taşıdığım o kumaş parçasını, ne kadar özlemiş olduğumu hatırlarım. İşte bazen insan artık 'bıktığını' düşünüp, hayatından çıkardığı kişiyi, tekrar bir başkasının kolunda görünce, aynı duyguyu hissedebiliyor. Mesela benim içimden arada bir: "Çekilsene bakiim sen o adamın yanından, özledim, geri istiyorum," demek geçer! Oysa bu, aslında yalancı bir arzudur. Çünkü o elbise, artık miyadını doldurmuştur. Sizinle geçen ömrü noktalanmıştır. Üstelik geçen yıllarla, bu saatten sonra boyunuz uzamasa da kilonuzda ileri-geri bir değişim gerçekleşmiş, elbise bedene darbol gelir olmuştur. Eski sevgiliyle yeniden yaşanacak bir beraberliğin eski tadının kalmaması gibi... Bu yüzden siz de benim gibi yapın. Mevsim değiştiğinde dolap düzenlerken, elinize geçen parçanın sizinle bir işinin kalmadığını hissettiğiniz anda, hemen bir torbaya tıkıştırıp annenize yollayın. O kime verecekse versin. Ama mümkünse tanıdık biri olmasın. Siz bir daha görmeyin. Gözün görmediğine, gönül çok kolay katlanıyor çünkü!
Yayın tarihi: 2 Aralık 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/02/pz/haber,58DFCA0C77C743C2B10D207B2E32E680.html
Tüm hakları saklıdır.