Onu ilk tanıdığım günü unutamıyorum.. Sydney Olimpiyat Stadı'nda atletizm yarışmalarını izliyoruz. Cüneyt Ağabey (Koryürek), Kenan (Onuk), ben.. Bir gün evvel Süreyya Ayhan 1500 metrede yarı final koşmuş.. Cüneyt Ağabey, 1960, Kenan'la ben 1980'den beri her Olimpiyatı izleriz, içimizde hep ayni hasret..
Bir gün bizim bir atletimiz de zafere koşacak mı?..
Güreşte, halterde madalyalar var, ama atletizm başka.. Olimpiyat demek atletizm demek..
Kazananlar, madalya alanlar birbiri ardına göğüslerine bayraklarını sarıp şeref turu atıyorlar.. Böyle bir sahneyi Türk olarak yaşamak için neler vermeyiz.. Bunları konuşuyoruz hep.. Ve işte tam bu sırada, bir Türk kızı ışığı yakıyor.. Olimpiyat tarihinde yarı final koşan ilk kadın atletimiz oluyor.. Gencecik. Müthiş yeteneği fışkırıyor. Bu kız cevher.. Bu kız hazine.. Bu kız özlemimizi giderecek işte..
Kenan "Hıncal Ağbi bak sana kimi getirdim" dedi.. Basın tribününde oturuyoruz. Kız merdivende.. Yarışlar devam ettiği için kimsenin görüşünü bozmasın diye çömelmiş.. Naif.. Kırılgan.. Mahçup..
"Süreyya Ayhan" diye tanıştırdı Kenan..
"Harikaydın Süreyya" dedim.. "Bize öyle bir mutluluk yaşattın ki.."
O hâlâ yarışta kalmış.. "Sakattım. Buraya doğru dürüst tedavi görmeden geldim. İyi olsam final koşardım" dedi..
"Aldırma" dedim.. "Sen öyle bir yeteneksin ve öyle gençsin ki.. Önünde daha ne Olimpiyatlar var.. Mutlak kürsüye çıkıp bizim yıllar süren hasretimizi gidereceksin.. Dönünce sana sahip olacağız..
Marion Jones buraya nasıl 20 kişilik bir ekiple geldiyse, senin de öyle ekibin olacak.. Dünya çapında bir yeteneğe, dünya çapında ilgi gerek.. Benim ülkemin gücü var.. Dünyanın en iyi orta mesafe hocasını getirtir, olmadı, seni yollarız.. Bir kondüsyonerin, bir diyetisyenin, hatta moralinle ilgilenecek ruh doktorun olur, sportif sakatlıklarınla ilgileneceklerin yanında.. Basınla ilişkilerini bir danışman yönetir. Uluslararası yarışmalarını organize edecek bir menecerle anlaşılır.. Bu ekip senin spor yaşamını A'dan Z'ye düzenler, sen sadece koşmayı düşünürsün. Büyük atlet böyle olunur.. Bu ülke böyle bir yeteneğe bu imkânları sağlar, merak etme.. Devlet yapmasa, işte başta Cüneyt Ağabey, iş dünyasında ne tanıdıklarımız var, sana sponsorlar buluruz.."
Hiç ses çıkarmadan dinledi.. Kısık bir sesle teşekkür etti ve gitti..
Bu Süreyya'yı yüz yüze ilk ve son görüşüm oldu.
Dönüşte kolları sıvadık. Bir yandan sponsorlar teşvik edildi, bir yandan Spor Bakanı başta teşkilata, Süreyya'ya sahiplenmemiz gerektiğini anlatmaya başladık..
Ve acı gerçek orada ortaya çıktı.
Süreyya'nın Yücel Kop adlı bir hocası vardı.. Kop, kızın tüm dünya ile ilişkisini kesmişti. Kimseyi yanına yaklaştırmıyor, kimseyi etrafta istemiyordu. Her şeyi kendisi yapıyordu.. Süreyya'nın hayatına 12 yaşında girmişti. İlkokul hocasıydı.. Ardından kızın ailesinden kopması gelmişti.. Süreyya geliştikçe, evli ve çocuklu hocasıyla ilişkisi de değişti. Sevgili olmuşlardı. Sonunda da Kop eşinden boşanıp Süreyya'yla evlenmiş, bir yerde tapusunu da almıştı.
Kop, Süreyya'nın nasıl altın yumurtlayan bir tavuk olduğunu görmüştü.. Bu tavuk hep ona yumurtlamalıydı. Bakır bile olsa.. Bunun yolu da Süreyya'nın çevresine başkasının yaklaşmasına izin vermemekti. Süreyya'nın uluslararası üne kavuşması tehlikeliydi. Elde tutması zorlaşırdı.. Süreyya'nın çok para kazanması, dolar milyoneri olması tehlikeliydi. Kızın gözü açılabilirdi.. Süreyya'nın basın mensuplarıyla içli dışlı olması tehlikeliydi, ona gerçeği anlatabilirlerdi..
12 yaşında yanına aldığı kızın beynini yıkaması çok kolay oldu.. Süreyya artık Yücel'den başka kimseye inanmıyor, Yücel'e adeta tapıyor, onun her dediğini yapıyordu.
Yücel, Süreyya'yı üne ve paraya kavuşacağı yarışlara sokmuyordu. Antrenman yaptığı yerler bile gizleniyor saklanıyordu. Hiç ama hiçbir gazeteci Süreyya ile baş başa röportaj yapamıyordu. Güç bela alınan randevularda Yücel hep hazır bulunuyor, sorulara çoğu zaman Yücel yanıt veriyordu..
2002 Avrupa Şampiyonası'nda Süreyya çok rahat kazanacağı bir yarışı nerdeyse kaybediyordu. Bir metre daha olsa, Szabo iki metre önce atağa kalksa altını alırdı. Yarış ortaya koydu ki, Süreyya'nın sprinti yok. Ataklara yanıt veremiyor. Bir yıl sonra Dünya Şampiyonu olabilmesi için bu eksiğini gidermesi gerek. Ya da yarış taktiğini işi son yüze bırakmadan, ilk 400 ve 800'ü çok hızlı geçip rakiplerini bin metrede bitirmesi ve atak yapamaz hale getirmesi..
Yücel'in çapı, ne eksiği gidermeye yetti, ne de sahip olduklarıyla yarışı kazanmasını sağlayacak taktiği vermesine.. Türk spor tarihinin ilk altınını tamamen ama tamamen antrenör hatasıyla kaybettik. Bir yıl sonra Olimpiyatlar vardı. Artık orda kaybetmemeliydik. En yakın rakibinden 3-4 saniye önde Süreyya artık yarış vermemeliydi.
Bunun için iyi antrenman yapıp eksiklerini gidermeli, bol yarışla rakiplerini tanımalı, bu gelişme ve bilgiler içinde Atina'da en uygun taktikle koşmalıydı. Bu da Yücel'in becereceği değildi.
Anlatmaya çalıştım. Bakana.. O sıralar Dünya İkinciliği sarhoşluğu içinde Süreyya'nın çanta taşıyıcısı gibi dolaşan Genel Müdüre.. Yücel'e yaranmak için Elvan ve hocasına sırt çeviren Federasyon Başkanı'na..
Kimseye anlatamadım. Paris'te Dünya Şampiyonluğu'nu kaybettiğimizin farkında olmayan atletizm cahili tabela medyası ve Hıncal takıntılı ruh hastaları, beni, Kenan'ı ve Cüneyt Ağabeyi "Vatan Haini" ilan ettiler..
Ayni bozuk düzenle 2004 Atina'ya gelindi, ama Süreyya gelemedi. Yücel'in kural cehaleti ve şaşkınlığı, ya da sadece kendisinin bildiği sebeplerle Süreyya doping testine girmeyince 2 yıl ceza aldı.
Yücel bu 2 yıl boyu Süreyya'yı gene kaybetti, sakladı. Ceza 2006 ağustosu başında bitiyordu. Ay sonunda Avrupa Şampiyonası vardı. Süreyya unvanını koruyacaktı. Yücel hiçbir makul sebep göstermeden Süreyya'yı yarıştan çekti.. "Biz 2007 Dünya Şampiyonası'na hazırlanacağız" dedi.. Süreyya cezası bittiği halde tek yarışa girmeden sezonu kapadı. Yeni sezon açılıp, Osaka'ya hazırlananlar her hafta yarışırken, Süreyya gene gizleniyordu. Bir ay kala, Yücel teşkilata, Alman kaynaklı bir rapor verdi.
Yücel "Süreyya sakat. Osaka'ya gitmeyecek. Biz 2008 Olimpiyatları'na hazırlanacağız" diyordu. Raporu gördüm.. "Sağ bacağında ağrı var" diyordu.. Ağrının bir sakatlık olduğunu tarih yazmamıştı. Ağrı yarışma saatine kadar geçmezse, bir iğneyle iş biterdi.
Futbol, boks, güreş gibi en zorlamalı sporlarda bile bu böyleyken, Süreyya bir ay önce ağrısı var diye Osaka'ya da gitmedi. Şimdi Olimpiyat'a (!) hazırlanıyordu. Güya.. Ama takke düşmüş, kel görünmüştü. Yücel bitirdiği kızın yarışamayacağını yarışsa gerçeğin ortaya çıkacağını, son sponsorların da çekileceğini biliyor, oyalamayı mümkün olduğunca sürdürüyordu. Nasılsa Çin Oyunları'ndan bir ay önce de kızın bir yerleri ağrıyacaktı. Ne var ki oyunun sürmesine bu defa Doping Ajansı izin vermedi. Yapılan testte Süreyya'nın kas geliştiren ucuz ve modası geçmiş bir doping maddesi aldığı ortaya çıktı. Yücel bu işin de cahiliydi, onu da yüzüne gözüne bulaştırmış, olan Süreyya'ya olmuştu. Bu ikinci vakası olduğu için ceza bu defa müebbet gelecekti. Süreyya'nın spor yaşamı bitmişti..
Bugün dünyanın en ünlü, en zengin, en tanınan, en örnek alınan, en gıpta edilen kadınlarından biri olarak müzesinde Olimpiyat ve Dünya altınları dolu bir atlet olacakken, onursuz bir sporcu olarak bitmişti üstelik.. Hiç hak etmediği, hiç layık olmadığı halde..
Kifayetsiz muhteris bir hoca kocanın "Büyürse elimden kaçar, küçük kalsın, benim kalsın" hesapları..
Gerçeği görüp ona sahip çıkması gereken spor teşkilatında işi bilen, yönetebilen tek kişinin olmayışı..
Sporla, atletizmle ilgisi olmayan, kazanınca şak şak, kaybedince yuh demeyi marifet sayan medya..
..Ve 12 yaşından itibaren, ailesinden de koparılıp, başka hiç kimseyi tanımasına izin verilmeden tek adama mahkûm edilmiş, beyni yıkanmış bir genç kadın!..
Söyler misiniz suçlu kim?..
Türkiye "Kurban" Süreyya'dan özür dilemelidir!..
Bugünkü Tüm Yazıları
Kitlesel bir günahın kurbanı, Süreyya!..
Yayın tarihi: 22 Kasım 2007, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/22//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.