kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 10 Kasım 2007, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
Yumurta, karakterlerinin ruhlarına inmeyi başaran bir film.

Bir ölümün birleştirdiği yazgılar

ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
Yumurta, Antalya başarısından sonra sıcağı sıcağına karşımıza geliyor. Ve yeni Türk sinemasından taptaze bir örnek olarak sinemaseverin ilgisini hak ediyor. Büyük kentte kitapçı işleten şair Yusuf, annesinin ölüm haberiyle doğduğu kasabaya döner: Yıllar sonra... Orada, annesine son günlerinde eşlik etmiş olan, varlığını bile bilmediği uzak akrabası Ayla ile karşılaşır. Peşinde kasabadan bir oğlan olan Ayla, bu suskun ve gizemli adama ilgi duyar, ama pek bir karşılık bulamaz. Belki, annenin bir adağı için yakındaki bir türbeye yapılan yolculuk, bu iki yalnız insanı yakınlaştırabilecektir. Kaplanoğlu ilk filmi Herkes Kendi Evinde'de hikayeyi ön plana çıkaran hoş bir film yapmış, ama anlaşılan öncelikle kendisi tatmin olmamıştı. İkinci filmi Meleğin Düşüşü'nde hikayeyi ve dramı isteyerek ikinci plana itip atmosfere yüklenmesi birçok kimseye hoş geldiyse de, bana göre soğuk, hesaplı, içtenliği ve insancıllığı olmayan mekanik bir filme yol açmıştı. Yine bana göre onun en iyi filmi olan Yumurta, bu kez amacına tam olarak ulaşıyor. Bu, yine atmosfere önem veren, hikâyeden çok kimi ana temalara yoğunlaşan, çevreyi çok önemseyen, kişilerinin ruhlarına inmeyi deneyen, ama bunu alabildiğine doğallıkla yapmayı başaran bir film. Ege kasabası Tire'de çekilen film, öncelikle kasaba çevresini çok iyi veriyor. Bize garip gelen adet ve alışkanlıklarıyla: Saksılarda korunan ölü toprağı, bayılanı soğan koklatarak uyandırmak, sela denen ölüm namazının önemi. Ve annenin uzaktaki bir yatırda kurban kesilmesi şeklindeki adağı... Tüm bunlar, ancak o hayatı yaşamış olanların yapabileceği biçimde, filmin yapısına dahil edilmiş çok ilginç ayrıntılar. Bu kendine özgü 'yol filmi', yine hayli opak olarak sunduğu kişilerini yavaş yavaş canlandırıyor, yaşayan insanlara dönüştürüyor. Başlarda bir gölge gibi olan amca torunu Ayla, sanki büyülü bir elin dokunuşuyla tam bir karakter haline geliyor. Yusuf ise önce Albert Camus'nün Yabancı'sı gibi duruyor: Etrafındaki her şeye karşı ilgisiz, en küçük bir duygu belirtisi göstermeyen 'yabancı' bir garip kişi. Kaplanoğlu, onu ilmek ilmek açıyor: Özellikle bir köpeğin yanıbaşında birden boşanarak ağladığı sahneyle başlayarak... Film, adeta esası oluşturan zengin ayrıntılardan oluşuyor. Örneğin kurban sahnesinde hayvanı değil Ayla'ya bakan Yusuf'u göstermek, düğünde dans eden modern genç kızları kurban eti dağıtan köylü kadınlarla eşleştirmek gibi buluşları var. Temeldeki aşk üçgeni hikâyesi, eski Yeşilçam'ın tam tersine, asgari konuşmalar ve hiçbir şeyin altını çizmeyen bir sadelikle, modern bir filme dönüşüyor. Ve Türk tarzı bir minimalizmin bu seçkin örneği, Nuri Bilge ve Demirkubuz filmlerinin hemen yanıbaşında yer almayı hak eden bir konum kazanıyor. Nejat İşler ve Saadet Işıl Aksoy'u çok beğendiğimi de eklemeliyim.

YUMURTA * * *
Yönetmen:
Semih Kaplanoğlu/ Senaryo: S. Kaplanoğlu, Orçun Köksal/ Görüntü: Özgür Eken/ Oyuncular: Nejat İşler, Saadet Işıl Aksoy, Ufuk Bayraktar, Tülin Özen, Gülçin Santırcıoğlu/ Kaplan Film yapımı.
Gönül kimi severse...
Ah Mary Vah Mary ile 'nefret etmeye bayılacağınız filmler' (!) kategorisinden popüler bir film ortaya koyan Farrelly kardeşler, sonraki çalışmalarında bu ilk önemli filmlerini (bile) arattılar. Hep onların biraz 'büyüyeceğini', zevklerinin inceleceğini, her şeyin daha 'sofistike' olacağını bekliyoruz, ama bir türlü olmuyor. Sanırım olacağı da yok. Elaine May adlı yazaryönetmenin (ki sonradan İshtar adlı pahalı filminin fiyaskosu yüzünden meslekten uzaklaştırıldı!) 1972 yapımı filminin bu 30 küsur yıl sonraki yeniden çevrimi, Ben Stiller'i uzmanı olduğu rollerden birinde karşımıza getiriyor (ABD'de çok kişinin bu hikaye için onu çok yaşlı bulduğunu hemen ekleyeyim!). Etrafındaki hemen herkesin çift olduğunu fark eden 40 yaşını aşmış ezeli bekar Eddie, beş yıllık nişanlısını da başkasına kaptırdıktan sonra, bir rastlantı sonucu karşılaştığı güzel bir sarışınla çabucak evleniyor: Tüm kaygılarına rağmen... Ne var ki bu kaygılar doğru çıkıyor ve Meksika'daki balayı seyahatinde, çiftin birbiri için itici yanları ortaya çıkıyor. Bu arada, aynı otelde ailece tatile gelmiş esmer bir genç kadın, Eddie'nin ilgisini çekiyor. Ve asıl aşkının o olduğunu düşünüyor!... Son derece sempatik ve komik bir düğün bölümüyle açılan film, aynı düzeyi sürdüremiyor. Yer yer yine Farrelly'lerin 'timing' (zamanlama) becerisinden ve küstahlığa varan zevksizliğinden kaynaklanan komedi bölümleri yok değil. Ama aynı ölçüde irkiltici bayağılıkta sahneler ve özellikle biraderlerin ustası olduğu 'tuvalet komedisi' türünde espriler de var. İki genç kadın da hoş, alımlı ve filme katkıları hayli çok. Demek ki bir kez daha, gülme konusunda çok seçici olmayanlar ve grup halinde eğlenmeye gidecek gençler için...

ŞIPSEVDİ * *
(The Heartbreak Kid)/ Yönetmen: Bobby ve Peter Farrelly/ Senaryo: B. ve P. Farrelly, Scot Armstrong, Leslie Dixon, Kevin Barnett/ Görüntü: Matthew Leonetti/ Oyuncular: Ben Stiller, Michelle Monaghan, Malin Akerman, Jerry Stiller, Carlos Mencia/ UİP dağıtım.
Ben almayayım da kim alırsa alsın!..
20 dakikasına bile dayanamadığınız bir film için ne yazarsınız? Kısacası, adını tam anlamıyla hak eden bir film!.. Aslında gençlik filmleri hep vardı: Ayrı bir kategori oluşturacak kadar... Ne var ki son yıllarda Amerikan Pastası tarzı filmlerin öncülük ettiği bu yeni tarz gençlik filmlerinin bayağılığı, tariflere sığar gibi değil.Tümüyle, abaza ve seksten başka şey düşünmeyen bir avuç Amerikan yeni-yetmesinin öyküsünü anlatan filme, eğer isterlerse gitsin gençler. Hiçbir itirazım yok. Ama lütfen, ben almayayım!...

ÇOK FENA *
(Superbad)/ Yönetmen: Greg Mottola/ Senaryo: Seth Rogen, Evan Goldberg/ Görüntü: Russ Alsobrook/ Müzik: Lyle Workman/ Oyuncular: Jonah Hill, Michael Sera, Seth Rogen, Bill Hader/ Warner Bros yapımı.
Türk sanayi devriminin eski kuşak öncüsü
Başarılı kısa film yönetmeni Selma Köksal'ın ilk uzun metraj denemesi Fikret Bey, karşımıza yönetmenin kendi babasından esinlenerek yarattığı ilginç bir kişilik getiriyor. 1940'ların Türkiye'sinde, Almanya'dan alınmış teknolojiyle ve o dönemdeki 'sanayi hamlesi'nin çatısı altında ilk kazan fabrikasını kuran idealist yatırımcı Fikret Bey. Fikret Bey, makinelere olan merakına rağmen, 'mühendis olmaya vakit bulamamış', çalışmaktan ve yatırımdan tahsile zamanı kalmamıştır. O dönemin inancını ve idealizmini temsil eder. Daha ileri gitmek de istemiştir, ama örneğin 'yerli araba yaptırmamışlardır'. Ve yıllar sonra, artık bir harabeye dönüşmüş o eski fabrikada, geçmişin dökümünü yapar. Fikret Bey sanki yaşlılığın ve matemin filmi. Matem, kayıp gitmiş geçmiş kadar, 12 Eylül sonrası dışarı kaçmak zorunda kalmış ve hala ülkeye dönememiş oğuldan da kaynaklanıyor (Film, 1988 yılında geçiyor). Sanki iki yaşlı adamın bir düeti bu: Fikret Bey ve bekçi Mehmet. Fikret Bey hem geçmişi anar, hem gününden yakınır, hem de oğluna yeniden kavuşmayı hayal ederken, tek dinleyicisi Mehmet'tir. Kızı Zeynep, genç emekçi Cemal gibi yan kişilerse, biraz iğreti duruyor. Büyük oyuncu Erol Keskin, hiç çıkarmadığı şapkası, doktorun yasaklamasına rağmen ağzından düşmeyen sigarası ve eksik etmediği rakı kadehiyle, alıştığı her şeyi sürdürmeye çalışan kişiliğe büyük canlılık katıyor. Diğer oyuncular da iyi. Her şeye karşın uzatılmış bir belgesel havası veren film, belki çok güçlü değil. Ama Selma Köksal'a hoşgeldin demek için yeterince neden içeriyor.

FİKRET BEY * *
Yönetmen:
Selma Köksal/ Senaryo: Necla Algan, S. Köksal/ Görüntü: Mustafa Kuşçu/ Müzik: Süleyman Alnıtemiz/ Oyuncular: Erol Keskin, Fuat Onan, Gökçe Algan, Metin Arslan, Deniz Koçak/ TOTR yapımı.
Haberin fotoğrafları