Siyaset kulislerinde, sokakta, kısacası hayatın her alanında herkes bu sorunun cevabını arıyor.
Doğrusu cevabı zor bir soru.
Sorunlarıyla yüzleşmeyen, hep erteleyen bir Türkiye'nin bu noktalara geleceği belliydi.
İşin uzmanları bile işin içinden çıkamıyor.
Acaba Türkiye bir oyunun içine mi çekiliyor? Sokaklardaki öfkeli kalabalıklar, gazete köşelerinden yükselen tehlikeli çağrılar bizi nereye götürecek?
Aynı şeyi yıllardır döne döne yaşıyoruz. 2004 yılında terör eylemleri yeniden başlayınca benzer kaygılar yine gündemdeydi.
O günlerde Türkiye'nin deneyimli siyasetçilerinden biri şöyle diyordu:
"Türkiye 3 B'lerin kaderini yaşamayacak. Buna halkımız da derin tecrübelerden geçen devlet yönetimi de izin vermeyecek." Siyasetçinin 3 B dediği
Belgrat, Beyrut ve Bağdat ...
Kendi bölgelerinin bu üç önemli kenti soğuk savaşın bitmesiyle kargaşanın merkezi halene geldi.
Önce Yugoslavya parçalandı...
Ortak yaşamanın simgesi Belgrat, ne yazık ki kısa sürede etnik düşmanlığın merkezi haline getirildi.
Onu Ortadoğu'nun Paris'i Beyrut izledi...
Beyrut adeta ateşe verildi.
Ne toplumsal huzur kaldı, ne yaşanabilir bir kent.
Sonra sıra Bağdat'a geldi.
Patlamaların durmadığı Bağdat'ta hala her gün onlarca insanın öldürülüyor.
Barışa kapılarına kapatan Bağdat, kinin, öfkenin ve gözyaşının aktığı kente dönüştü.
Bir siyasetçi şöyle diyor:
"Zengin ve özgür bir Türkiye'nin en kritik konusu Avrupa'ya yürüyüşünün durmamasıdır. Avrupa'ya doğru yürüyüş kimlerin işine gelmez? Asıl buraya bakmak lazım. Kuzey Irak üzerinden Türkiye'yi değiştirmek istiyorlar. Bu coğrafyada küçültülmüş bir Türkiye istiyorlar. Özal döneminden bu yana bu dönemi iyi yönetebilseydik bu noktada olmazdık." İnce hesapların yapıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye sağduyuyla hareket etmeli.
Merkez sağın önde gelen isimlerinden biri bu süreci şöyle değerlendiriyor:
"Çok sakin olmamız gereken bir dönemdeyiz. Tezkerenin çıkması çok doğru bir karar. Ama asıl önemlisi tezkerenin nasıl uygulanacağı... Tezkereyi askerin uygulaması için çok ciddi bir istihbarat ve dış politika atağı yapmak lazım. Türkiye hesapsız bir şekilde oraya girerse bölgedeki bütün etkinliğini bile kaybedebilir. Ben bu süreçte özellikle askerin yara almasından çok korkuyorum. Çünkü bulunduğumuz bölgede her şeye rağmen bizi ayakta tutan, güçlü bir ordumuzun olmasıdır. Bunun zaafa uğramaması lazım. Ordumuz bunu görüyor, görmeselerdi çoktan girerlerdi." İçinde yaşadığımız süreçte öfkeye kapılmalar yaşansa da Türkiye'de ciddi bir demokratik yapının varlığı ve TürkKürt kaynaşmasının gücü tüm bunların üstesinden gelecek gibi görünüyor.
Bu yapının daha da güçlenmesini sağlayacak olansa, tezkere sürecini nasıl yöneteceğimiz...
Bir siyasetçi şöyle diyor:
"Geçmişte yaşadığımı filmi bize yeninden seyrettirme istekleri var gibi geliyor. Bu olayda atacağımız bir adım ya dünyayla olan bağlarımızı güçlendirecek ya da bütünüyle koparıp bizi bölgeye hapsedecek. Ortadoğu'nun bir parçası olmak ile dünyanın bir parçası olmak arasında bir seçim yapacağız." Türkiye toplumunun yarattığı ortak kültür ve demokrasi, 3B projesinin bu topraklarda gerçekleşmesine izin vermeyecek güçtedir.
Bundan kimsenin şüphesi olmasın...
Yayın tarihi: 23 Ekim 2007, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/23//haber,E26F7C1875214371B8F64A1E4C4F60F7.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.