Bir varmış bir yokmuş. Hem yokmuş hem çokmuş. Çok olan yokmuş, yok olan çokmuş. Kiminin her şeyi varmış, ama hiçbir şeyi yokmuş. Kiminde de hiçbir şey yokmuş ama her şey çokmuş. Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde dünyanın dört bir köşesinde müthiş bir kuraklık başlamış. Orta Asya'nın steplerinden Hindistan'ın ovalarına, Afrika'nın ormanlarından Anadolu kıyılarına büyük bir kuraklık afeti başgösterivermiş. Başını göstermeden önce parmağının ucunu, elini, kolunu filan da göstermiş, ama pek aldıran olmamış. Yerküre ısınmış, sanki altında odun sobası yanıyor. Denizler ısınmış, göller ısınmış. Nehirler, ırmaklar kurumaya başlamış. Hatta dereler bile kurumuş. Ne yağmur ne kar ne dolu... Gökyüzü bomboş, bulutlar bile geçmez olmuş. Güneş tepede şöyle bir belirdi mi insanlar, insancıklar yere vuran gölgelerinin üstüne pıt pıt düşmeye başlamışlar.
HAYVANLAR TELEF OLDU Anlayın kuraklığın hal ve gidişini; insanda gölgesini bile taşıyacak hal kalmıyor. Tarlalarda başaklar, tepelerde çiçekler boyunlarını bükmüş. Küre ha babam de babam ısınıyor. Hayvanlar da kuraklıktan telef olmaya başlamış. Kırılıyor öküzler, inekler, dinozorlar, mamutlar hatta aslanlar, kaplanlar... Gökyüzünde bilcümle kuşlar, susuzluktan kaskatı kesilmiş, kanatları açık ölüvermişler. Gökyüzünden yeryüzüne yağmur gibi kuş ölüsü yağmış. İnsanlar, insancıklar tamtamlarla, davullarla haberleşmişler, kıtadan kıtaya haber uçurmuşlar, en yüksek tepelere çıkıp yağmur tanrısına yalvarıp yakarmaya başlamışlar. "Ey yüce yağmur tanrısı, ey göklerin, şimşeklerin bulutların efendisi... Ne olacak bizim bu halimiz?" demişler. Yağmur tanrısı, dört bulutun çektiği arabasıyla belirivermiş gökyüzünde... Öyle bir giriş yapmış ki yağmur tanrısı... Yerkürenin dört bir yanından görünmüş. Omuzunda oğlu oturuyor. Elinde bir avuç şimşek... Oğlan suratını asmış. Surat bir karış değil, bin bir karış... Yağmur tanrısı "Ektiğinizi biçiyorsunuz ey insanlar, insancıklar... Öyle kötülükler ettiniz birbirinize ve doğaya... Ve de doğana hatta daha doğmayanlara... Acımasızca katlediyorsunuz birbirinizi ve çevreyi... Yaratacağınıza yeniden her günü, yok ediyorsunuz. Oğlum küstü. Başıboş gezen bütün şimşekleri topladı. Sımsıkı tutuyor avucunda... Oğlumu güldürürseniz belki dünyaya bet bereket geri gelir," buyurmuş. Tam o esnada taa kutuplardan eskimolar, borularını öttürüp haber yollamışlar... "Aman buzlar eriyor, buzullar gidiyor. Denizler taşıyor. Ayılar ayıcıklar minicik buzulların üstünde suyun ortasında kalakaldılar." Yağmur tanrısı, "Yerkürenin dört bir yanındaki sorumsuzluk ateşlerini söndürün..." diye gürlemiş: "Size son bir şans veriyorum, oğlumu güldürün, oğlumu güldürürseniz, dünyaya bet bereket geri gelecek. Oğlumu güldürmenin yolu, kendinize iyi bir bakmaktan geçer. Kendine iyi bakmanın yolu da içinizdeki müziği, renkleri ortaya çıkarmakta saklı... İçinizdeki yaratıcılık gücü size yol gösterecek. Oğlumu güldürün."
DANSIN KEŞFİ Bunun üzerine insanlar, yağmur tanrısının oğlunu güldürebilmek için hayvan derilerinden tefler davullar yapıp, çalmaya, içlerindeki müziği keşfetmeye vermişler kendilerini... Müziği bulunca gölgelerinin peşine takılıp, onları yakalama oyunu oynamaya başlamışlar müzik eşliğinde... Gölgesini yakalamaya çalışan insanların devinimi dans sanatını keşfettirmiş onlara... Kayalara, mağara duvarlarına gölgelerinin izdüşümünü çizmişler. Çevreleyivermişler gölgelerini çizgiyle... Gölgeyi duvara hapsetmişler resim sanatını bulmuşlar. Rengârenk çamuru sürmüşler yüzlerine, yapraklar ölü kuşlar takmışlar üzerlerine, dallar bağlayıp ağaç kılığına girmişler, şarkıları keşfedip davulların ritimlerinden tiyatroyu bulmuşlar. Sözü şiire döküp, renkten renge sokmuşlar. Sanat aydınlatmış içlerini, bilgiye varmışlar. Oturup düşünmeye başlamışlar dünyanın bütün tepelerinde "Nasıl çıkarız bu açmazdan, nasıl kurtuluruz içimizdeki ve dışımızdaki kuraklıktan? Nasıl, nasıl, nasıl, nasıl?" Yağmur tanrısı gürlemiş yukarıdan "Hadi bakalım aklınızla hünerlerinizi birleştirin, oğlumu güldürün..." İnsanlar, insancıklar şarkılar söylemeye, dans etmeye, taklitler yapmaya, birbirlerine aynalar tutup hallerini izletmeye başlamışlar. İnsanların bu çabası, bu çılgınca şenlik öyle hoşuna gitmiş ki yağmur tanrısının minik oğlunun, kahkahalarla gülmeye başlamış. Ona babası sayın göklerin efendisi de katılmış. Göğün yüksek katlarına çekilmiş bulutlar çıkıvermişler ortaya, merak etmişler "N'oluyor, bir gidip bakalım," demişler...
"Yağmur tanrısının oğlu açmış avucunu koyvermiş tuttuğu şimşekleri... Şimşek bu durur mu? Dalmışlar bulutların arasına... Yağmur tanrısı kendi bestelediği gökgörültüsü senfonisini üflemeye başlamış. Şimşekler, bulutlar, gökgürültüsü... Öyle gülmüş ki yağmur tanrısının oğlu gözünden keyif yaşları akmış. O yaşlar bulutları tetiklemiş dünyaya, yağmurlar yağmaya başlamış. Gökyüzü, son bir kez affetmiş yeryüzünü sıkıntıya sokanları... Yağmur tanrısının oğlunun kahkahaları, bütün evrende çın çın ötmüş. "Aklın eğlenmesidir kahkaha... Bereket getirir."
Yayın tarihi: 6 Ekim 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/10/06/ct/haber,F1B76C9327E14F408D6890BAEC9DD019.html
Tüm hakları saklıdır.