Kısa bir süre önce eşimi kaybettim; çocuğumu babasız bırakarak gitti. Hissettiklerimi size anlatmak istemiyorum fakat asıl sorunum çevremin beni hiç kendi halime bırakmaması. Beni sürekli ilaç almam için zorluyorlar. Biliyorum, hayat devam ediyor ama onca yıllık eşimin yasını yaşayamayacak mıyım? Mükerrem A.-Adapazarı Değerli okurum, zaman zaman kendime sorduğum sorular oluyor içimden! Ama çoğunlukla bunların cevabını bilmiyorum; böylece biriktikçe birikiyor sorular cevapsız. Sizin sorunuz da bunlardan biri... Bunların başında 'hastalık nedir?' sorusu geliyor. Klasik kitaplarda bu tanım 'ruhen ve bedenen organların normal çalışma düzenlerinin bozulması' diye yapılıyor. Çoğu hastalık bu tanım ile kolayca anlatılabiliyor. Fakat her normalden sapma hastalık mıdır; 'normal' nedir tam tarif edemiyorum. Örneğin, yaşlılık ve yaşlılığın getirdiği eksiklikler, bazı toplumlarda vakar ile karşılanıp bu dönem insan yaşamında aklın ve bilgeliğin zirvesi kabul edilir. Ama sanayileşmiş Batı toplumlarının çoğunda yaşlılık, bir hastalık dönemi olarak algılanır ve tedavi ile tekrar gençliğin yakalanacağına inanılır. Bunu en iyi, kelime anlamı 'yaşlanmamak' olan 'anti-aging' akımları vurgular. Bu kültürlerde bir taraftan doymazcasına tüketirken diğer taraftan ölümsüz yaşamı yakalama çabası vardır. Bu perspektiften bakınca hazzı azaltan her şey, hastalık olarak kabul edilebilir. Ben yaşlılığın tedavi edilmesi gerekli mi bilmiyorum. Buna bağlı ikinci soru gelir aklıma; 'müdahale edilebilen her duruma müdahale edilmeli midir?' Örneğin 'menopoz' insan yaşamında çocukluk ya da ergenlik çağı kadar geçirilmesi gereken doğal bir süreçtir. Yaşlanan insan vücudunun o haliyle bir gebeliği kaldıramayacağı için fizyolojik olarak meydana gelir. Tüm sistem doğanın bir kuralı olarak eş zamanlı yaşlanır. Bu aşamada hormon desteği ile bu sürecin gidişine karışmalı mı, bilmiyorum... Bir başka örnek de 'osteoporoz' olarak bilinen kemik erimesidir. Osteoporoz, menopozla birlikte görülen bir yaşlanma değişikliğidir. Bu dönemde kadınlık hormonlarının azalmasına bağlı olarak kemiklerdeki kalsiyum oranı düşer. Yaşlılıkla beraber kas kuvveti azalan beden, hafifleyen kemikleri daha rahat taşımaya başlar. Dengeli beslenilmiş, menopoz öncesi yeterli kalsiyum alınmış, beden çalıştırılıp spor yapılmış ise kemiklerdeki bu erime sınırlı kalır. Aşırı boyutlara varmadıkça her osteoporoz tedavi edilmeli midir, bilmiyorum... Bir diğer konu ise 'hijyen'... Hijyen sağlıklı bir ortamın oluşturulup korunması anlamına gelir. Hepimiz salgın hastalıklar yaratan mikropların yok edilmesi gerektiğine katılırız. Kolera, çiçek hastalığı, sıtma yer yüzünden silinmelidir. Bu hastalıklardan bazılarını taşıdığı için sivri sinekler de ortadan kaldırılmalıdır. Belki bal arıları kolonilerini yok ediyor diye eşek arıları da sistemden uzaklaştırılmalıdır; veba gibi hastalıkları taşıyan fareler de... Peki ya akrep, yılan, çakal, kurt, ayı? Sonuçta hepimiz kapalı bir dünyada birlikte yaşıyoruz ve biz insanlar sağlıklı yaşayacağız diye diğerlerini ne kadar itekleyebiliriz? Cevabını bilmiyorum. Depresyon ve strese gelince... Bunlar dilimizde yer etmiş sağlık terimleri. Modern ilaç teknolojisi bu rahatsızlıklar konusunda o kadar ilerledi ki, günümüzde kimsenin üzüntü çekmeye hakkı kalmadı. Artık mutluluğun formülü ilaçlardan geçmekte. Ben 'artık eşler birbirinin yasını tutamaz mı' ya da 'her iç sıkıntısı mutlaka tedavi edilmeli mi' sorularının cevabını da bilmiyorum. Yaşamda sevinç, mutluluk varsa üzüntü de vardır demeye tereddüt ediyorum. Yoksa cevapları biliyor muyum? Sağlıkla kalın.
Yayın tarihi: 23 Eylül 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/09/23/gny/eeroglu.html
Tüm hakları saklıdır.