kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 2 Eylül 2007, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
Kanal 1
ABC
"Cemre umut demektir, umudun simgesidir. Gerçi bu kitap biraz talihsiz bir serüven yaşadı. Birinci baskısıyla Sivas’a gitmiştim, imza günü yapmaya... Büyük bir kısmı orada otelde kaldı, yandı. Sonra kütüphanemi su bastı, bir kısmı orada gitti ama en sevdiğim kitabımdır. Daha sonra Can Yayınları son kitabımdan geriye doğru giderek kitaplarımı yeniden basmaya başladı. Yeni kitabım da yakında çıkacak."

Madımak Oteli'nin altı kebapçı olmuş... Sözün bittiği noktadır bu!

22.07.2007
Yazar Lütfiye Aydın, Sivas'ta yakılan Madımak Oteli'nden kurtulanlardan biriydi. Hayatındaki is ve alev kokusu eşliğinde harfleri, okumayı, yazmayı yeniden söktü. Kitabı Cemre'nin yeniden basımıyla birlikte o günleri tekrar anlattı. "O oteli utanç müzesi yapmaları gerekirken et lokantası yapıyorlar alay eder gibi... Bu inanılmaz," diyor..
Unutuyoruz...
İşimize gelmeyen her şeyi unutuyoruz, hafızamızdan siliyoruz, yaşanmamış sayıyoruz. Biz yaşamadık ya nasılsa, 'Geçer,' diyoruz... 2 Temmuz 1993'te yaşanan Sivas katliamı mesela... Üzerinden 14 yıl değil, yüzlerce yıl da geçse unutulmaması gereken bir vahşeti yaşanmamış sayabiliyoruz. Lütfiye Aydın'ı da unuttuk, her şeyi unuttuğumuz gibi... Eşiyle birlikte o utanç yangınından çıkmayı başaran, aylarca olayı hatırlayamayan, konuşmayı-yazmayı unutan, deri nakli yapılan, çıldırmanın eşiğinden dönen yazar Lütfiye Aydın'ı... Can Yayınları hatırlattı onu bize yeniden. İlk basımı 1991'de yapılan Cemre isimli öykü kitabını 2 Temmuz'un 14'üncü yıldönümünden hemen sonra tekrar yayımladı. O korkunç olaydan sonra iki kitap daha yazdı Aydın ama yazılarının bir yerinden hep Sivas katliamı da girdi. Çünkü yaşamının akışı değişti, bu olay onun yazarlığının önüne geçti hep. "Ben bu işten kurtulmak istiyorum artık," diyor o, ama bu olay unutulmasın, üzerine toprak atılmasın diye de uğraşıyor. O yüzden yaşadıklarını bütün çıplaklığıyla yeniden anlatıyor....

- 'Bu olay benim yazarlığımın önüme geçti' demişsiniz; neden?
- Çünkü hep 'Okuma yazmayı unuttu', diye haberlerim çıktı. Okuma yazmayı unutan insan o olaydan sonra üç tane kitap yazabilir mi kardeşim? Üç kitap, sayısız oyun, sayısız ders programı yazdım. O, o günlere özgü bir durumdu, olayın şokuyla yaşanan bir şeydi ve bunu uzun uzun anlattım.

- Hatırlamama süreciniz ne kadar sürdü peki?
- İki-üç ay falan. Eşimin desteğiyle hatırladım; bana Latif der; 'Latif sen bir zamanlar oyunlar yazıyordun,' diyordu. 'Oyun mu yazıyordum, peki oyun nasıl yazılır?' diye soruyordum. Üç-dört yaşında çocuk gibiydim; her şeyi şaşkınlıkla karşılayan, yarım yamalak konuşan... Zamanla bellekte aydınlanmalar olmaya başladı.

- Ne hatırlıyordunuz aydınlanma olduğunda?
- Hep çocukluğumu anımsadım...

- Doktorlar çocukluğu hatırlamayı nasıl yorumluyordu peki?
- Ana rahminde çocuk çok güvenlidir, kendini en iyi hissettiği yer orasıdır. Çocukluk en umutlu, en güzel, en korkusuz çağ; herhalde sığınışım ondandı. Yakınıyordum 'Hatırlamıyorum' diye... Doktorum da 'Bir an için hatırladığını düşün, ne olacak, her şey çok mu iyi olacak?' derdi bana. 100 insan çığlık çığlığa 'Beni kurtarın,' diye bağırıyor... Buna dayanılmaz sahiden de. Bana koyan şey şuydu; sen hastaneden çıkıyorsun iki-üç ay sonra herkes olaya alışmış, bağışıklık kazanmış, sen birdenbire öğreniyorsun ki bütün arkadaşların ölmüş!

- Eşinizin yanınızda olması şans mıydı sizin için, şanssızlık mı?
- Eşim olmasaydı orada beş ölü daha olacaktı, yani Madımak'ta ölü sayısı 40'a çıkacaktı. Çünkü eşim beni, bir arkadaşımı, arkadaşımın karısını, kendini kurtardı. Eşim benim şansımmış, yoksa yoktum ben!

- Yıllar geçti, hâlâ yangın anını hatırlamıyor musunuz?
- Yangına kadar bölük pörçük bir şeyler hatırlıyorum. 1 Temmuz günü buradan gidişimiz hatırımda, akşamı hatırımda. İkinci günü hatırlıyorum; kitap standları hazırlanmış, tek kişi gelmiyor içeri. Hâlâ kondurmak istemiyoruz, meğer gelenler kapıdan çevriliyormuş, 'Gidin belanızı mı arıyorsunuz?' diye. Aziz Nesin kapıya yakın bir yerde oturuyor, bir muhabirle atışıyorlar. O günlerde Aziz Bey, Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri kitabını çeviriyordu, sonra polisler geldi, 'Toparlanın çıkın,' dediler.

YANGINI SİLMİŞ...
- Sizi tedirgin eden, kuşkulandığınız başka şeyler oldu mu?
1 Temmuz sabahı oraya indiğimizde, genç semahcı kızlar vardı, kolları açık hepsinin, onlara saldırmışlar otobüsten iner inmez. Bu bizden gizlendi. Ondan sonra şehirdeki hava garipti. Şenliğe gittik ama şenlik havası, coşku yoktu, bir durgunluk, bir hoşnutsuzluk havası... Buralara kadar olanları hatırlıyorum..

- Siz saldırı anını sildiniz galiba kafanızdan?
- Hayal meyal otelin taşlanmasını da sonradan hatırladım ama yangın yok! Yangından itibaren silmiş atmışım. Herhalde o çığlıklara dayanamadım. Eşimin anlattığı kadarı var kafamda....

- Otelin boşluğuna atlamışsınız galiba...
- Alevler geliyor tabii, eşim de otelin bina boşluğunu görünce 'Biraz umut var, atlayalım şuraya,' demiş. Üstü camla kaplıymış. Bir karı-koca arkadaşımız daha var. Yüksekçe bir yerdi ki, ayak parmağım kırılmıştı. İtfaiye suyu sıkınca da tüm camlar üzerimize yağıyor. Yanıkların sebebi o camlar yani. İnsanların büyük çoğunluğu dumandan boğularak öldü zaten...
Haberin fotoğrafları