Batı basınında en sevdiğim şeylerden biri, önemli kişilerin ölümünde çıkan geniş anma yazılarıdır. Yalnızca çok ünlü olanlar değil, herhangi bir alanda bir şeyler yapmış, yaratmış olan herkes, bu son dönüm noktasında iyice tanıtılır. Bunun, adına genel kültür dediğimiz şeye katkısı tartışılır mı? Ülkemizde bu gelenek yok. O kişilerin çoğunu zaten çoktan unutmuşuzdur, kimse de hatırlatma zahmetine girmez. Çünkü Türkiye, malum, belleksiz bir toplumdur ve bu yolda ilerlemekten vazgeçmek niyetinde değildir. En son, iki büyük sinema ustası, Ingmar Bergman ve Michelangelo Antonioni'nin ölümlerinde de böyle oldu. Kültüre özel yer veren 1-2 gazetenin dışında, ölümler sadece birkaç satırla geçiştirildi. O zaman gözler elbette köşe yazarlarına çevriliyor ve haberdeki eksikliği onların gidermesi bekleniyor. Doğrusu az da olsa kimi güzel yazılar çıktı. Gerçi büyük çoğunluk geleneksel 'siyaset/magazin/ona buna hakaret' üçgeninden sıyrılamadı. Ama örneğin Can Dündar, Mehmet Y. Yılmaz, Melih Aşık gibi yazarların yaklaşımları ilginçti. SABAH
'tan da Hasan Bülent Kahraman ve Soli Özel, aydınca yorumlarla buna katıldı. Ve bizlere, büyük, has sanatçıların dönemlerini ve toplumlarını aşarak tüm insanlığın malı olduğunu ve onların kaybının, dalga dalga yayılarak düşünen ve hisseden her aydın kişiyi etkilemeye aday olduğunu bir kez daha hatırlattılar. Ahmet Hakan'ın pazartesi günkü yazısının başlığı şöyleydi: "Bergman seyreden Müslüman hikâyeci." Doğrudan doğruya büyük İsveç yönetmeni üzerine bir yazı değildi bu. Daha çok, Ingmar Bergman'ın ölümü üzerine bir yazı yazmış olan
Yeni Şafak yazarı Rasim Özdenören'i tahlil eden, ama bu vesileyle Ahmet Hakan'ın kendi kişisel evrimine de ışık tutan bir yazıydı. Özdenören'i tanımam, yazısını da okumadım. Ama onun inanmış bir müslüman yazardüşünür olarak Dostoyevski'ye de Bergman'a da ilgi duymasını çok doğal buldum. Çünkü, inanan kişiler olmasalar bile (ki tam olarak bilmiyoruz), her iki sanatçı da bireyin inançla, bir diğer deyimle Tanrı ile olan ilişkisini sorgular, onun da ötesinde yaşamın en önemli sorunsallarından biri olarak alırlar. Asıl değinmek istediğim, Ahmet Hakan'ın bu vesileyle kendisi üzerine yazdıkları... Gerçi yeni bir şey değil: Hakan uzun süredir, hatta köşe yazarlığının başlangıcından beri, bize kendi evrimini, kendi büyük değişimini anlatıyor, 'ak sakallı hacı amcalar'ın etkisinden, kaba softa/ham yobaz' baskısından kurtulup çağdaş bir aydına dönüşme çabalarını hikaye ediyor. Ve bu konumuyla, benim bu sütunlarda naçizane değindiğim bir şeyi örnekliyor: Bireyin değişme, dönüşme hakkı ve başkalarının bu değişime saygı duyma zorunluluğu... Kendi adıma, son zamanlarda Ahmet Hakan'la Başbakan Tayyip Erdoğan'ı özdeşleştiriyorum, aynı çerçevenin içinde görüyorum. Aman, yanlış anlaşılmasın, başbakanımızın da Ahmet Hakan'la tıpatıp aynı dönüşümü yaşadığını, birinin öbürünü medyada yansıtan bir ayna olduğunu filan düşünmüyorum. Ama eski deyimiyle gayri ihtiyari olarak ikisini benzetiyorum. Ve Ahmet Hakan'a tanınan, hatta ilgiyle okunmasının temel nedeni olan değişme hakkını ve de değişme olasılığını, kimileri niçin Tayyip Erdoğan'a tanımıyor, merak ediyorum.
Bugünkü Tüm Yazıları
Ahmet Hakan'ın değişme hakkı var, ya Başbakan'ın?
Yayın tarihi: 10 Ağustos 2007, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/08/10/cm/dorsay.html
Tüm hakları saklıdır.