Başkentte ülkenin dört bir yanından gelen rengârenk bir heyet toplanıyordu. Arabistan illerinden gelen çeşitli din ve mezhepteki temsilciler yanında, Anadolu ve Rumeli'den gelen Türk, Rum, Bulgar ve Arnavutlar parlamentoyu oluşturuyordu. Bu olay, ülke içinde olduğu kadar Avrupa'da da şaşkınlık yaratmıştı. Nasıl oluyordu da aydınlanma devriminden bu yana, Avrupa siyasal düşününde despotik bir yönetimin modeli sayılan bir toplum, anayasal rejime geçiyordu? Üstelik bu parlamentonun kompozisyonuna göz atıldığında, Tuna, yani Avusturya-Macaristan parlamentosunda ve Çarlık Rusyası 'Duma'larında bile görülmeyen bir özellik vardı: O da imparatorluğun egemen unsuru Müslümanlar yanında, Müslüman olmayanların, hele etnik oranlama yapılırsa Türklerin dışındakilerin hayli yüksek bir oranda temsil edilmesiydi. Bunun nedenlerini imparatorluğun geleneğinde aramak gerekiyordu. Çünkü, imparatorluk bir Akdeniz imparatorluğuydu. Buna, tarihin üçüncü ve son Roma İmparatorluğu da denilebilirdi. Ayrıca bu gibi imparatorluklarda devlet ve toplum yaşamında kabul edilmek ve yönetime katılmak, etnik kökenden çok, devletin ideolojisini benimsemek ve onun koşullarına uyum sağlamakla mümkündü. Bu statü çevresinde toplanan herkes, ister ülkenin doğusundan, ister batısından gelsin, kişi olarak yöneticiliğe aday ve grup olarak da 'millet-i hâkimiyye'ye mensuptu. Örneğin bu parlamentoda dokuzu ayan azası, yani eşraf temsilcisi; 37 mebusan azası olmak üzere, toplam 46 gayrimüslim milletvekili vardı. Milletvekilleri de daha çok geldikleri bölgelerin sorunları ile ilgiliydi. Eleştiriler, genellikle illerdeki ehliyetsiz valiler, hırsız defterdarlar; yani yerel yöneticiler üzerinde yoğunlaşmaktaydı. Yalnızca Rumeli illerinden gelen bir-iki gayrimüslim milletvekili, özellikle vilayet meclislerinde müslim ve gayrimüslimlerin eşit oranda temsili ilkesini eleştirerek, nüfus esasına göre temsil ilkesinin getirilmesini istiyordu. Buna karşılık, Arabistan illerinin bazı milletvekilleri, tamamen pratik nedenlerle, milletvekili olacakların Türkçe bilmesi koşulunun kaldırılmasından yanaydı. Bunun üzerine, başkanlık makamından bir kişi, şu açıklamayı yapacaktı: "Gelecek seçime kadar daha dört yıl var. Akılları varsa bu zaman içinde Türkçe öğrenirler." Ve bir başka önemli ayrıntı: Millet temsilcileri, hükümetin güvenini kazanmış kimselerdi. Çünkü bunlar, genel oyla değil, geldikleri illerin valisinin seçimiyle, adeta tayin edilerek bu göreve gelmişlerdi. Sonuç olarak şu söylenebilir: Bu ilk Meclis, azınlıkların en geniş biçimde temsil edildiği, fakat milliyetçilik sorununun da en az görüldüğü bir parlamentoydu. Bütün bunları İlber Ortaylı'nın
Merkez Kitaplar tarafından yayınlanan
Batılılaşma Yolunda kitabında yer alan 'İlk Osmanlı Parlamentosu ve Osmanlı Milletlerinin Temsili' makalesinden özetlemeye çalıştım. İlk Meclis'in toplandığı 19 Mart 1877'den bu yana tam 130 yıl geçti; yarın ülke bir seçime daha gidiyor. Seçim sandığına gitmeden önce dün ile bugünü bir karşılaştırın bakalım... Tarihin ufku, ibret alınacak derslerle dolu ve her Meclis'e de 'ufuk' açıcı birileri gerek çünkü...
Yayın tarihi: 21 Temmuz 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/07/21/ct/durbas.html
Tüm hakları saklıdır.