Şanghay'daki Jiao Tong Üniversitesi, dünyanın tüm akademik çevrelerinde (Tabii Türkiye hariç!) merakla beklenen "En iyi üniversiteler" araştırmasının 2007 yılı sonuçlarını açıkladı. "Şanghay Listesi" diye ünlenen klasmanda bu yıl önemli bir yenilik yapıldı: Dünyanın en iyi üniversiteleri genel değerlendirmenin yanı sıra, 5 ayrı dalda da mercek altına alındı: Doğa bilimleri ve matematik, tarım, bilişim ve mühendislik, sosyal bilimler, tıp ve eczacılık.
Söylemeye gerek var mı; 5 listeye de Türkiye'den yine hiçbir üniversite giremedi. Anlamlı bir ayrıntı: Klasmanda onca İslam ülkesinin hiçbirinin de temsilcisi yok. Buna karşılık İsrail'den 4 üniversite yer alıyor. Üstelik 3'ü ilk 50'de, biri de ilk 100'de.
Biliyoruz; profesörlerimiz her zaman olduğu gibi savunmaya geçip, bu klasmanın üniversitelerin kalitesini belirlemede ölçü olamayacağını söyleyecekler. Ancak Batı üniversitelerinin yöneticileri, gerek öğrencilerin ve bilim adamlarının, gerekse bağışçıların tercihlerinde "Şanghay listesi", "Webometric" gibi klasmanların, "Time", "The Times" ve "Financial Times" gibi gazete ve dergilerin her yıl yenilenen listelerinin giderek daha çok etkili olmaya başladığını itiraf ediyorlar.
Son derece "Doğal" sonuç Her ne kadar liste içimizi sızlatsa da, biz kusuru yüksek öğretim kurumlarımızda ve yönetimlerinde bulmuyoruz. Çünkü;
Mali ve akademik özerkliğin olmadığı; özerklikten vazgeçtik akademik özgürlüğün bile bulunmadığı; akademik özgürlükten de vazgeçtik, hem öğretim üyelerinin, hem de öğrencilerin düşünce özgürlüğünün kısıtlandığı; Türkiye'nin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasında öncülük ve önderlik etmesi gerekirken tam tersine çağdışı bir anlayışa mahkum edildiği üniversitelerimizden nasıl akademik ve bilimsel performans bekleyebiliriz?
Özgür düşünce yerine itaatbiat anlayışının egemen olduğu, medrese anlayışının devam ettiği kurumlarımızdan nasıl fikir üretmelerini isteyebiliriz?
Temel eğitimden üniversiteye kadar ezbere dayalı test sınavlarıyla gelmiş gençlerden nasıl Türkiye'yi bilgi çağına atlatmalarını umut edebiliriz?
Araştırma ve buluş sayısının değil, verdiği diploma sayısının ana kritere dönüştüğü yüksek öğretim anlayışından nasıl akademisyen, bilim adamı yetişmesini umabiliriz?
Kısacası, ne ekiyoruz ki, iyi bir hasat bekleyelim? Oy getirmeyen vaatler Soruları biraz daha uzatalım: Hangi parti meydanlarda bu konulara değiniyor ki? "At martini de bre Hasan" misali akıl dışı, hesap dışı, ekonomi dışı vaatlerle seçmenin aklını çelmeye çalışan siyasilerin hangisi araştırmageliştirmeye hiç değilse 5 milyar dolar kaynak sağlama sözü vermeyi akıl ediyor ki?
Dahası,
hangisi gelişmiş dünyayla aramızdaki makasın her gün daha da açılmasından, uçurumun başdöndürecek kadar derinleşmesinden kaygı duyuyor ki? Türkiye'nin yılda araştırmageliştirme için ayırabildiği kaynak, 2 milyar dolar ya var ya yok. Bir başka deyişle Gayri Safi Milli Hasılası'nın yüzde 0.70.8'ı kadar.
Oysa bu rakam ABD'de 330 milyar dolar, AB'de ise 230 milyar dolar. Onlar ölçü olamaz mı? Peki. Japonya'da 130 milyar dolar. Ona da mı itirazınız var. Tamam. Ya Çin'e ne dersiniz? 136 milyar dolar! Bu fonlarla 10 yılda 926 bin araştırmacı yetiştirdi. O da mı kabul görmedi. İyi. Nüfusu Türkiye'nin 15'te biri kadar olan Finlandiya'nın yıllık araştırmageliştirme yatırımları 5.75 milyar avro ya da 7.5 milyar dolar! Gayri Safi Milli Hasılası'nın yüzde 3.5'i. Meyvesini de alıyor tabii: Dünyanın en iyi üniversiteleri arasında Finlandiya'dan temsilci var. Hem de 4 tane!
İyi ki, dünyanın en kötü üniversiteleri araştırılmıyor. Yoksa halimiz nice olurdu?
Yayın tarihi: 20 Haziran 2007, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/20//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.