Türkiye bir kez daha iki tercih arasında kaldı. Ya demokrasinin gereği yapılacak ya da demokrasi dışı arayışlara pirim verilecekti...
Tercihin mekanı da demokrasinin
"mabedi" olarak nitelenen parlamentoydu.
Dün
TBMM böyle tarihi bir gün yaşadı.
Ve Türkiye nefesini tuttu saat 15.00'te başlayan Cumhurbaşkanlığı seçiminde neler olacağını izledi.
Tabii bu tabloyu, iki ayrı Türkiye izliyordu.
Bir kesim demokrasi adına Meclis'e girilmesini, öteki kesim ise yine demokrasi adına Meclis'e girilmemesi gerektiğini söylüyordu.
Özelikle Meclis'in toplanmasına bir süre kala konuştuğum eski bir televizyoncu arkadaşım;
"Gözüm ve kulağım Ankara'da" diyor ve "Meclis'e girilmemesi gerektiğini savunan Türkiye"nin ruh halini şöyle anlatıyordu:
"Neredeyse Cumhurbaşkanlığı duasına çıkacağız. Şu Anavatanlılar Meclis'e girmese de Türkiye rahat bir nefes alsa. Bu kadar demokrasi bize fazla."
Gerçekten de iki Türkiye'nin gözü de oylamayı etkileyecek merkez sağın iki partisindeydi...
Acaba Anavatan ve DYP nasıl tavır alacaktı?
"Harakiri" mi yapacaklardı yoksa yeniden doğuş mu yaşayacaklardı?
Nihayet onlar da Meclis'in toplanmasına kısa bir süre kala nasıl tavır alacaklarını açıkladı.
Her iki parti de girmeme yönünde karar aldı.
Peki iki merkez sağ partinin bu tavırları önümüzdeki süreci nasıl etkileyecek? Daha önce de yazdığımız gibi "demokrasi patinajı" mı yaptılar, yoksa demokratik tavır mı takındılar?
Soruyu önce Anavatan'ın eski genel başkanı
Nesrin Nas'a sordum. Nas özellikle Anavatan Genel Başkanı Erkan Mumcu'nun uzun konuşmasını dikkatle izlediğini belirterek şöyle diyordu:
"Uzun bir konuşma yaptı. Karmaşık bir gerekçe sunması ne kadar anlaşıldı, emin değilim. Sonuç bence demokratik olmadı."
Peki bu tavrın siyasal etkisi nasıl olur?
Nesrin Nas ilginç bir tahlili yapıyor:
"Hem 184 sayısı yeterli diyeceksiniz, hem de CHP'nin direnişine umut bağlayarak 'AKP dayak yiyebilir' diyeceksiniz. Bu tutarlı değil. Ülkeyi bir krize sürüklememek gerekiyor. Buradan bir kriz çıkarsa faturası iki partiye de çıkar."
Şimdi gelelim merkez sağın
"büyük adresi" DYP cephesine...
DYP'nin topu topu 4 milletvekili vardı. Ağar basın toplantısında 4 milletvekilini de yanına aldı ve Meclis'e girmeyeceğini açıkladı.
Ancak, bir saat geçmeden 4 milletvekilinin ikisi Meclis Genel Kurulu'nda yerini almıştı. Hatta DYP Milletvekili
Ümmet Kandoğan Meclis kürsüsüne çıkıp Ağar'ın tam tersi demokrat bir tavır sergiledi. Peki bu ne anlama geliyordu?
DYP, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini kendisini bugünlere taşıyan "DP geleneği"ne yakışır biçimde yönetti mi?
DYP'nin eski İstanbul İl Başkanı
Süleyman Soylu bu konuda şunları söylüyor:
"DYP'nin siyasi misyonu ve geçmiş tecrübesi Anavatan'ın kuyruğuna takılmayı hak etmiyor. DYP başından beri bu seçimde yanlış strateji izlemiştir. En zor dönemlerde bile sivilleşmeyi savunan DYP kendi vekillerinin yarısına bile bu tavrı izah edememiştir. Halka nasıl izah edecek."
Soylu, DYP'nin Meclis'e girmesi gerektiğini ileri sürüyor ve şöyle diyor:
DYP tavrını 4 milletvekili ile sınırlı tutmalıydı. Halbuki kendi milletvekilinden daha fazla bir rol üstlendi. Ve kalkıp Anavatan ile cephe oluşturdu. Bu doğru değildi. Bence her iki parti de yanlış bir Cumhurbaşkanlığı stratejisi izledi. Bu güvensiz tutum nedeniyle iki parti başkanı da istifa etmeli."
Daha şimdiden bu çağrının yapıldığı bir sonuçtan çıkarılacak ders şu:
AK Parti ve CHP arasında süren amansız mücadelenin ilk kurbanları merkez sağın iki partisi oldu. Yıldızı parlayanlar ise demokrasiden ve parlamentonun işlemesinden yana tavır koyan
DYP'li Ümmet Kandoğan ve
CHP'li Esat Canan'dı.
Yayın tarihi: 28 Nisan 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/04/28//ovur.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2007, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.