Mutluluğa kaçamak yapılır mı?
Cumartesi günleri ne yapmak istiyorum biliyor musunuz? (Elimde olsa...) Sizi hayal dünyasına götürebilsem. Her yazıda içinizi açacak bir şey bulsam, yaşamsal bir sıkıntınız yoksa sağlıklı olmanın değerini fark ettirebilsem, doğanın güzelliğini aksettirebilsem, içinizi aydınlatan bir bakışı aktarabilsem veya neşelendirebilsem... Endişelerimizden ödünç bir zaman alıp, önümüze düz bir beyaz ekran açıp, en çılgın hayalimizi yansıtıp o filmi seyredersek mutluluğa ve hazza bir kaçamak yapabilme olanağı var mıdır? Bazen bir hayalin hayalini kurmak da eğlendiriyor. Hani Sır (Secret) filminin sırrı gibi... Evrende ne istediğini en iyi sen bilirsin. Hep o hayale kaçamak yap. Hatta evrenin kataloğundan siparişlerini yaz, resimle, hayal kurarak olmasını iste. Kuantum fiziğinde her şey gibi düşünce de bir enerjidir ve hayat da bunu gerçekleştirecek yöne akar. Hani neredeyse "Ne hayal ekersen, onu biçersin," derler ya! Hiç unutmadan bu kaçamakları yapıp mutlu bir bekleyişe geçiyorum. Olur mu, olur. Tekrar hatırlatayım, dedim.
YOLUN YARISI Geçen pazar günü, bir arkadaşımızın kızları ve torunu, 60 yaşını kutlamak için bir brunch düzenlediler. İlk önce "60 yaş da kutlanır mıymış?" diye takılmıştım kendisine. Ama baktım da kızlarının ablası gibi duruyor. "Arkadaşlar artık orta yaş 60 oldu. Yaş 35 yolun yarısı değil, dörtte biri eder," deyince beyler, şöyle bir baktı tabii ki. "Eh, 74 yaşındaki Sophia Loren, Pirelli takvimlerine poz verip herkesten güzel çıkarsa, 68 yaşında Jane Fonda'yı ve 60'ını geçkin Raquel Welch'i güzellik ürünlerinde görüyorsak 'Yaşlılık epeyce ertelendi,' diyemez miyiz, acaba?" "Ne güzelmiş, her hafta sonu gelelim," diyerek bu moralle dans ettik, eğlendik. Yağan yağmurun hüznünü değil de havuzda zıplayan tanelerini neşeyle seyrettik.
KARANLIKTA MORAL Aynı akşam, başka bir arkadaşımızın ikinci evliliğinin 10. yıldönümü kutlaması vardı. Düğün gibi oldu. Marine edilmiş somon ve salatalık köpüğü, incik konfit, meyve jöleli yoğurt dondurması gibi çok değişik, lezzetli yemekler yedik. Arkadaşımızın özenle seçtiği sesleri dinledik. Bir de terasa çıktık ki... Galata Kulesi arkasında eski İstanbul, iki yakaya uzanmış bir köprü, ışıklandırılmış camiler... Sol tarafta ise daha yeni bir İstanbul silueti. O karanlıkta bir deniz ve etrafındaki ışıl ışıl, cıvıl cıvıl bir İstanbul ki bunun büyüsü her yerde bu kadar yoğun değil. Bu manzarayı gördüğüm an İstanbul'da olduğum ve bu şehirde yaşadığım için şükrettim. Mücevher gibi... "Böyle bir güzellik olamaz," diyor insan. İçeri geçtiğimizde çok romantik, loş bir salonda bazen uzun zamandır görmediğimiz kişilerle sohbet ettik. Bir ara arkadaşım bana çok sempatik bir hanımı tanıştırdı. Benim için de "Söylemeye gerek yok, zaten tanımışsındır," deyip bir başka arkadaşını selamlamaya gitti. Karşımdaki hanım, sesini duyurabilmek için bana daha çok sokulup "Siz Ergüder'in hanımı Rukiye'siniz değil mi?" deyince ben de "Yok, ben Sönmez Köksal'ın karısı Filiz Akın'ım," dedim. Şaşkınlık içinde, mahcup bir halde, "Ama çok gençmişsiniz!" diyerek yanaklarımdan öptü. Bir ara "Burası da çok karanlık," diyordum, vazgeçtim, çünkü böyle tesellileri de var loş ışığın...
|