|
|
Nâzım Hikmet 105 yaşında
"1902'de doğdum," Böyle başlıyor hayatını özetlediği Otobiyografi'si... Yalın, yalın olduğu kadar da içten. Ne Göztepe'deki Taşmektep'ten söz ediyor, ne Galatasaray Lisesi, ne de Nişantaşı Numune Mektebi'nden... Doğduğu kenti bile anmamış. Bahriye Mektebi ve ilk şiirlerini de, 16 yaşında Yeni Mecmua'da, Mehmet Nâzım adıyla yayınladıklarını da... Ama ne önemi var bunların? Nâzım Hikmet gibi şiirini hayatıyla doğrulamış kaç şair var çağımızda? Sılada, vuslatta, memleket hasretinde, gönül gurbetinde, akşama yağan karda, sevdada, kavgada... Ayrılığın ağırlığında, suyun şavkında... Söğütlerin yağmurlu dallarında, salkımında tanelerin, yüreğinin aydınlığında... Hürriyetin süt beyaz dokumasında... Telaşında serçelerin... Kokusu parmaklarının ucunu yakan sardunya yaprağında... Saman sarısında başının belası, kaç şair var şu yeryüzünde? "Bende bir kavak ürperir / Nerde olsam sesi gelir / Muhacirliğimden beri." Kimi insan otların, kimi insan balıkların çeşidini bilir.
ŞEHİRLERİN ŞAİRİ Nâzım Hikmet ayrılıkların adını bilir. Gurbetin, sürgünün, mahpusluğun adını... Hiçbir şey gideremez iç sıkıntısını... Memleketinin şarkıları ve tütünü kadar... Yüreğinin çantasında insanın, dünyanın, yurdun haberini; bir de ağacın, kuşun kurdun haberini taşır her zaman ve her mekanda... Çiçekli badem ağaçlarını taşır. Olamadığı yerlerde olmanın hasretini taşır. Kederini bir de... Bu yüzden olsa gerek, kanatsız bir kapı gibi açıktır hayatı da şiirleri de... "İki şey var ancak ölümle unutulur / Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü" Şehirlerin şairi... İstanbul, Moskova, Sofya, Roma, Paris, Prag, Bakü, Havana, Bombay... Yedi iklim beş kıtanın şehirleri... Ama en çok da İstanbul ve tabii Anadolu... Şiirini kavuran memleket hasreti, o sürgün acısı başka nasıl açıklanabilir? Ancak böyle soyunup da ölüm düşüncesinden, giyinir haziran yapraklarını sesin...
KAN KIRMIZI Çünkü ölüm kendisinden önce yalnızlığını yollamıştır Nâzım Hikmet'e... Ayrılığın kilitsiz kapısıdır bu yüzden şiirleri... Ve kapı ancak onun şiiriyle açılır geçen günden gelen güne... Kilometrelerce umut, tonlarla keder... Bir ucundan öbür ucuna sayıların: İnanç... Onun şiirinde açar en güzel gelincikler, kaktüsler, fulyalar... Kan kırmızı karanfiller... Hapiste yıldızları hatırlatan gül... Ölümsüz ağaçlar dikmek için çocuklara verdiği dünya bir de... Yıldızlar, bulutlar, yağmurlar... Yasemin kokusu... Bir de sarı sıcakta susamış kavak ağacı... Dalları yıldızlara değen salkım söğütler... Sureti suya vuran çınar... Rüzgârda sallanan selvi... Kokusu acı badem kokulu şiirler...
NERDE BİR 'YASAK' VARSA... Hayat ve şiir... Uğruna bir hayat harcamadan şiirin ele geçemeyişi... Kanıtı mı? Elbette Nâzım Hikmet... Her şeyin ne çok adı vardır şiirinde... Toprakta karıncadır, suda balık, havada kuştur... Şiirinde bütün bunların da macerası yer almıştır. Nâzım Hikmet şimdi 105 yaşında. Sevdi, seveceği bütün kadınları... Yazdı, yazacağı bütün şiirleri... Yattı, yatacağı bütün hapishanelerde... Geçti, geçeceği bütün şehirlerden... Bütün uykuları uyudu, gördü göreceği bütün düşleri... Ama duruyor bugün de bütün diriliği ve yazıldıkları anın tazeliğiyle şiirleri... Türkçe'nin yazıldığı ve konuşulduğu her zaman ve her mekanda... Her biten akşamda, her başlayan günde... Daha nice yıllar duracak da... Nerde bir 'yasak' varsa orada çiçek açtı şiiri çünkü...
|