| |
Siyaset dünyasında trafik polisi olmak kolay değil...
Her gün sayısız konuda "Bu doğru-Bu yanlış" diye karar vermek durumundaki bir düşünsel trafik polisi olmanın dayanılmaz ağırlığını, hepimiz taşıyoruz. * Medya sermayesinin siyaset üzerinden kamuyu kendi çıkarları doğrultusunda etkilemesi yanlıştır. * Medya sermayesinin şeffaf olması, hangi yayın organının kime ait olduğunun bilinmesi doğrudur. * Siyasi iktidarların muhalif medyayı, kamu gücünü kullanarak baskı altına alması yanlıştır. * Toplumu kine, nefrete, şiddete, her çeşit bağnazlığa, ırkçılığa, kökten dinciliğe yönlendiren yayınların denetlenmesi ve gerekirse yasaklanması doğrudur. * Basın özgürlüğünden doğacak problemleri önlemenin en etkin yolu yine basın özgürlüğüdür. Her çeşit medyaya sansür benzeri uygulamalar yapılması yanlıştır. Bu tür doğrular ve yanlışlar arasında düşünce sahiplerinin "Ak" ve "Kara" benzeri tercihler yapması ne kadar tutarlı olur ki? Örneğin İstanbullu gazeteci Hrant Dink öldürülüyor. Ölümden öteye köy var mı yani? Geniş kitleler teessürlerini, "Hepimiz Hrant'ız" veya "Hepimiz Ermeniyiz" sloganıyla ifade ediyorlar. "Ermeni soykırımı" iddialarının hedefi olan Türkiye'yi, dünya kamuoyu önünde bir anda bambaşka bir noktaya getiriyor bu söylemler.
HEPİMİZ TÜRK'ÜZ Derken bakıyorsunuz yine doğrular ve yanlışlar arasındaki trafik kargaşası başlıyor düşünce hayatımızda. * Hepimiz Ermeniyiz demek yanlıştır. * Bu sloganlara tepki koymak ve "Hepimiz Türk'üz" demek doğrudur. Hrant Dink'in dul eşi ise, "Biz her sabah 'Türk'üm doğruyum, çalışkanım' diye ant içerken Türk değildik ki" diyor mesela. Orhan Pamuk Nobel alıyor. Onun meslektaşları, "Orhan Pamuk'un Nobel alması yanlıştır" diye bildiri yayınlıyorlar. Bir politikacı belirli gazetecileri bir sohbet toplantısına davet ediyor. Davet edilmeyenler "Gazeteciler arasında ayrım yapılması yanlıştır" diye yazılar yazıyorlar. Derken Genelkurmay Başkanı'nın bir kamusal mekandaki basın toplantısına bazı gazeteciler "Akredite değiller" diye alınmıyor. Politikacının sohbet toplantısına davet edilmedikleri için "Ayrım yapılması yanlıştır" diyenler, bu durumu sessizlikle ve hatta onaylayarak izliyorlar. Bu arada "Büyük doğrular" ve "Büyük yanlışlar" gözden kaçırılıyor. Yakın tarihe ilgi duyanlar hatırlayacaktır. Hitler Polonya'yı işgal ettikten sonra 2'nci Dünya Savaşı'nı Batı Cephesi'nde başlatmayı planlamıştı. Doğu'da güvenliğini sağlamak için de Stalin'le anlaşıp Ağustos 1939'da "Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı"nı gerçekleştirdi. 10 yıl süreli bu antlaşma ile Polonya'nın diğer yarısı da Sovyetlerin oldu. Batı'ya bu rahatlıkla saldıran Almanya, sonunda 1940 Haziranında Fransa'yı da işgal etti. Bu arada Berlin ve Moskova, Baltık ülkelerini ve Finlandiya'yı da aralarında paylaştılar. Sovyetler, Hitler Almanya'sına stratejik hammaddeler satılmasını sağlayan ticaret anlaşmalarını da imzaladılar. Bu dönem boyunca Batı'daki komünist partiler ve özellikle Fransız Komünist Partisi, Hitler'in saldırıları karşısında sessiz kaldı. "Pasifizm" diye bilinen savaş karşıtlığının sözcülüğünü yaptı Fransız komünistleri. Çünkü Moskova ile Berlin anlaşmışlardı. Ne zaman ki Hitler Stalin'le ipleri kopartıp, 22 Haziran 1941'de Barbarossa Harekatı ile Sovyetler'e saldırdı, o andan itibaren Fransız Komünist Partisi de, Nazi işgal ordularına karşı tavır alıp, "Direniş"e (Resistance) katıldı.
DOĞRU VE YANLIŞLAR Biz de Balkan Savaşı'nın ikinci döneminde Edirne'yi kurtarmak için İttihatçılar harekât başlattığında, muhalefetin "Edirne'ye Enver gireceğine Bulgar girsin daha iyi" dediği anlatılır ya. Siyaset tarihinin hiç unutulmaması gereken olaylarından biridir bu. Yurt ve dünya olayları karşısındaki tutumunuzu, "Büyük doğrular"a değil de, o andaki ittifaklarınıza veya kişisel çıkarlarınıza göre belirlerseniz, belirli sürede boşlukta kalırsınız. İşin özü şöyledir: "Doğrular" ve "Yanlışlar" konusunda karar verirken, çifte standartlara kapılırsanız, yargılarınız hep yanlış olur. Bunu önlemenin yolu, büyük doğruları ve büyük yanlışları gözden kaçırmamaktan geçer. Hem militarist hem demokrat olunmaz mesela. Hem İslamcı hem laik, hem faşist hem özgürlükçü, hem ırkçı hem hümanist olunamaz. "Vatanımı seviyorum ama milletimi sevmiyorum" diyemezsiniz. "Ben halkçıyım. Ama bu halk kime oy vereceğini bilmez" veya "Farklı düşünenler susturulsun, ama beni susturmayı amaçlayanlar da kınansın" benzeri söylemler ise fazla anlam taşımaz.
|