|
|
Irksal milliyetçiliğe karşı tavır almalıyız
Bir cinayetin tüm ülkeyi aynı matemde birleştirmesi gibi olağanüstü bir olayı iyi değerlendirelim. Yapay düşmanlıkları törpüleyelim... Yükselen, gelişen ve demokratikleşen bir Türkiye'ye bu yakışır
Sahi ne oldu bize? Niye böyle birbirimize, yanıbaşımızdakine, yüzyıllar boyu birlikte yaşadıklarımıza düşman olduk? Osmanlı'da altı yüzyıl boyunca bu yoktu. 20. yüzyılda imparatorlukların çöktüğü, dünyamızın büyük, kanlı savaşlarla sarsıldığı dönemlerde yaşanan kimi acı olayların dışında da gerçek anlamda bir ırkçılık ve farklı din, dil ve kültürdekilerini 'öteki' sayma tavrı yoktu. Benim gençliğimde de araya giren Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları gibi acılı dönüm noktalarına karşın, azınlıklarla hep dosttuk. Ne kadar çok sevdiğim Ermeni kökenli arkadaşım olmuştur: Beyoğlu gecelerinin Zenop veya Mihran'ını, piyano hocam Ramel Hanım'ı, askerlik arkadaşım Varujan'ı, tercümanrehberlik günlerimde kendilerinden çok şey öğrendiğim Yetvart Şahbaz, Jak Pembe veya Vera Gözübüyük'ü, Kapalıçarşı'nın efsanevi halıcılarından Osmanlı'nın sahibi Hrant veya Galeri İstanbul'un sahibi Herman'ı nasıl unutabilirim? Ya da, daha yakın yıllardaki müzik dostum Agop Çekmen, sevgili meslekdaşım Alin Taşçıyan, Yunan adaları gezisi dostlarımız Nadya Hanım ve ailesi... Tüm bu değerli insanlar olmasa hayat ne kadar sıkıcı olurdu, ne çok renk yitirirdi...
ÇAĞDIŞI MİLLİYETÇİLİK Aslında tüm dünyada ırka dayalı bir milliyetçilik yükselme halinde: Almanya'da azgınlaşan Neo-Nazizm, Fransa'da ne yazık ki artık iktidara yürüyen yabancı düşmanlığı, İngiltere'de en popüler TV programlarına yansıyan yabancı kültür alerjisi, Balkanlar'da çağdaş soykırımlara yol açan şovenist milliyetçilik... Ve elbette Türkiye'de de, şaha kalkan aşırı ve çağdışı bir milliyetçilik anlayışı var. Hrant Dink'i hiç tanımadım. Ama mücadelesini yakından izledim ve hayranlık duydum. O bir yandan vatanı bellediği bu ülkedeki yükselen ırk milliyetçiliğine, öte yandan da onun karşı cephesi olan diaspora nefretine, aynı mesafeyi koyarak karşı çıkmaya çalışıyordu. Ve iki tarafı da kızdırıyordu. Belki en büyük talihsizliklerinden biri, o ünlü 'kan ve nefret' ikilemine dayalı cümlesi oldu. Bu cümle yanlış çevrildi, yanlış yorumlandı. Onun Ermenilerin kanındaki kronik Türk ve Türkiye düşmanlığını bir zehire benzeten cümlesinin nerdeyse bilumum medyada 'zehirli Türk kanı' diye yorumlanmasına şaşmaz mısınız? Şimdi yapacak çok şey var. Bu cinayetin neredeyse tüm ülkeyi aynı matemde birleştirmesi gibi olağanüstü ve doğrusu beklenmeyen bir olayı iyi değerlendirelim. Ortak değerlerimizi ön plana çıkarıp yapay düşmanlıkları törpüleyelim. Nisanda açacağımız, onarılan Aktamar Kilisesi'nden sonra, Ani harabelerini veya diğer yıkıntı halindeki Ermeni (ve Rum) kiliselerini onaralım, ders kitaplarını küçültücü deyişlerden arındıralım. Ve bu vatanın rengi ve çeşnisi olan farklı kökenlerden Türk vatandaşlarımızı yeniden en yakın dostlarımız arasına alalım. Yükselen, gelişen ve demokratikleşen bir Türkiye'ye bu yakışır. Bu arada medyadaki ırkçı davranışları ve son dönemde popüler filmlere yansıyan aşırı milliyetçiliği de hiç tutmadım, tutmuyorum. Sadece son günlerde Kurtlar Vadisi Irak'tan Son Osmanlı'ya kimi filmler için yazdıklarım, buna tanıktır. Eğer gerçek birer demokrat ve gerçek birer vatanseversek, sanata yaklaşımımızda da bu tavır temel olmalı diye düşünüyorum. Hele şu belalı kavga günlerinde...
|