|
|
'Kültür bakanlığını anında kabul ederim'
Gazeteci bir aileden gelen ve kendisi de medya sektöründe çalışan Ömer Karacan, dünyaca ünlü isimlerle arkadaşlık yapıyor ama bu ilişkilerin altında bir çıkar yattığını söylemekten de geri durmuyor. İngiltere'de bir moda kanalı kurmak için çalışmalarına devam eden Karacan, ilk kez uluslararası bir işe girdiği için çok heyecanlı. "Hükümetten bir Allah'ın kulu da gelip 'Sen bu kadar adam tanıyorsun şunu da bizim için yap,' demedi. İdoloji hiç önemli değil. Kültür ve Turizm Bakanlığı teklifi gelse, anında kabul ederdim."
'Babam Milliyet'i, bizi öldürmesinler diye sattı'
Dünyanın en ünlü isimleriyle arkadaş olması, sürekli seyahat etmesi ve iddialı projelere imza atmasıyla herkeste merak uyandıran Ömer Karacan'la, eski bir gazete patronunun oğlu olmayı ve bundan sonraki hedeflerini konuştuk.
Onu merak etmek için çok neden var. Bir kere dünyaca şöhretli insanları "Arkadaşım," diye Türkiye'ye getirip ağzımızı açık bırakıyor. Gazeteci bir aileden geliyor ve medya işiyle uğraşıyor. Babası Milliyet'in eski sahibi Ercüment Karacan, kendisi Number One TV'nin patronu! Paralı, yakışıklı, popüler, dünya şöhretleriyle geziyor ama yalnız (mış gibi görünüyor). Her daim tatildeymiş görünümü vermeyi başarıp sinirimizi bozabiliyor. Üstelik şu aralar dünyaca ünlü Fashion TV'ye rakip olarak, Londra'da bir moda kanalı kurmakla meşgul...
- "Dünyaca ünlü şöhretlerin arkadaşı" sıfatını çıkarırsak, sizin için ne diyebiliriz? Mesleğinizi soranlara ne cevap veriyorsunuz? - Medya her zaman ön plandadır benim için. Bunun dışında, yurtdışından gelen insanlar için kurduğumuz kulüp gibi, Türkiye'de çok az insanı içine kabul ettiğimiz bir seyahat acentemiz var.
- Bugün hangi şapkanızı taktınız? Patron olanı mı? - Biz üçüncü kuşak basından gelen bir aileyiz. Dedem, babam ve ben... Biz bunu 21. yüzyıla adapte ettik ağabeyimle ve işin internet tarafına geçtik, dergicilik tarafına yöneldik.
- Nasıl bir aile ortamında büyüdünüz? "Mutlaka medya işinde çalışacaksın," mı dendi size? - Kesinlikle öyle bir şey yoktu. Babam hiçbir zaman "Bu işi yapacaksın," demedi. Ama biz medyaya ilgi duyduk hep.
- Gazetecilik babadan oğula geçen bir unvan mıdır ki "3. kuşak gazeteciyim," diyorsunuz mülakatlarınızda? - Demiş olabilirim ama kendimi gazeteci olarak görmüyorum tabii. Hiçbir zaman gazeteci olmak istemedim. Abdi İpekçi gibi bir insanı tanıma şansına sahiptim. Öyle bir ortamda yaşadım. Evimiz bu tür insanlarla dolup taşıyordu ama onlar gazete konuşurken, ben müzik dinliyordum. Bana söyledikleri "Kıs artık şunu,"ydu hep.
- Milliyet'in patronu olmayı istemez miydiniz? - İstemezdim. Politikadan nefret derecesinde uzağım, anlamam. Benden gazeteci olmayacağını erken yaşlarda keşfettim. Gazetecilik kimseyi memnun edemediğiniz bir iş. Ama ağabeyim, Milliyet'in sahibi olmayı isterdi.
- Üzgün mü böyle büyük bir gücü kaybettiği için? Çünkü medya, gücü en iyi gösteren sektör. - Babam Milliyet'i satmaya mecburdu. Abdi Amca öldürülmüştü. O hayattaki en yakın arkadaşıydı. Çok kırıldı ve küstü. Devamlı öldürüleceğiz, kaçırılacağız endişesiyle yaşıyordu. Bizim üzerimize çok titrerdi. Babamın Milliyet'i satmasındaki en büyük neden, ölüm korkusudur. Babam, ailesini korumak istedi. Kim ölmek ister Bab-ı Ali sokaklarında? O, misyonunu tamamlamıştı. Çok iyi yaptığını düşünüyorum.
- Hâlâ babanızın Milliyet'in eski sahibi olmasının nimetlerinden faydalanıyor musunuz? - Nasıl? - Bir dokunulmazlığınız, ayrıcalığınız var mı, bunu talep ediyor musunuz? - Tabii ki her yerde tanıdıklarım var ama beni koruyup kolladıklarını sanmıyorum. En azından, ben bir dokunulmazlık talep etmedim.
- Ercüment Karacan'ın değil de Ahmet Efendi'nin oğlu olsaydınız, ne değişirdi hayatınızda? - Ben yine bu yerde olurdum. Yaptığım şeyleri yine yapardım. Allah'ın verdiği bir özelliğim var: İnsan ilişkilerim sıcak. Belki önüm o yüzden açıldı, arkamda bir para olduğu için değil...
ELİF KORAP
|