'Ay lav yu badiii, ay lav yu badiii'
Eskiden öğretmen sınıfa girince, öğrenciler hizaya girerlerdi. Şimdiki gençler, okullarda ceplerinde çakılarıyla Polat Alemdar misali dolaşıp öğretmenlere sözümona şakalar yapıyorlar
Ben mi çok yaşlandım, Türkiye mi çok hızlı değişti? Liseler ne zaman tatil köyü haline geldi, bileniniz var mı? Gülsem mi ağlasam mı, dönüp yine gülsem mi bilemedim. Sınıfta dalga geçerken, öğretmeni görünce hizaya gelmek, yanındakini dürtmek, ayağa kalkmak, en ciddi ve masum halini takınmak gibi gereksinimler bitmiş! Bilakis, şimdilerde hocanın gelişi, sınıftaki eğlencenin katlanması anlamına geliyor. Göründüğü kadarıyla öğretmenler, öğrencilerin muzip itiş kakışının arasında kaybolan ve beyhude bağırıp çağıran 'sınıfın sessiz inek öğrencisi' rolünde artık. Bu arada sınıfta öğretmen varken, camı açıp 'fosur fosur' sigara içmekten kaçınan da yok.
SIKI DİSİPLİN MAZİDE KALDI Ben Beyoğlu Anadolu Lisesi'nde okurken naylon çorap giymiş olmak bile sınıftan atılmak için yeterli sebepti. Bir keresinde uzun tırnaklarımızın, müdür muavini odasında kağıt makasıyla kesildiğini dahi hatırlıyorum. Son sınıftaydık, yani 18 yaşındaydık! İkisi de uç örnekler bence... Yine de video görüntüleri ortaya çıkıp, haber ekipleri okula gittiğinde olanlar ilginçti. İnsan derin bir sessizlik, müthiş bir utanç ve yerine gelmiş bir disiplin bekliyor ister istemez. Bunun yerine, öğrencilerin bu defa de röportaj yapmaya çalışan öğretmene, iki yandan sarılıp koro halinde, hocanın "body" takma adını kullanarak "Ay lav yuu badiii, Ay lav yu badiiii" diye zıplaması ve sayın hocamızın zoraki gülümsemesi, bana ortaokula ilk başladığım yılı hatırlattı. Disiplini hocalar mı sağlar, okul mu, yoksa başka bir şeyler mi? İlkokulda "Ele avuca sığmaz," dedikleri cinsten, hafif erkek Fatma, kavgacı, biraz da şımarık bir öğrenciydim. 60 kişilik sınıflarda, bazısı benden üç dört yaş büyük erkek çocuklarıyla başa çıkmanın başka bir yolu da yoktu galiba. Ancak ortaokula başladığımda bu 'özgür' tavrım uzun süremedi. İngiliz disiplini 'hareketliliğimi' çok kısa ve temiz bir yolla halletti. Derslerde konuşmam, öğretmen taklitleri yapmam, teneffüslerde sıraların üzerine çıkıp dans yarışmaları düzenlemem, İngilizlerin dikkatini çekmişti. İlk veli toplantısında, yüksek notlar sebebiyle okula gururlu bir gülümsemeyle giren babam, allak bullak çıkmıştı. İngilizler, "Notları umurumuzda değil, bu okulun disiplinine alışamazsa, bir ay içinde başka okula verirsiniz," diye kestirip atmışlardı. Akşam evde feci bir fırça yedim! Ve mecburen ayak uydurmaya çalıştım. Ne var ki beni derslerde sessizleştirmeye çalışan aynı İngilizler, enerjimi aktarabilmem için tiyatro kulübünde beni alabildiğine desteklediler.
BETERİN DE BETERİ VAR Liselerdeki şiddetten bahsediyoruz bir süredir. Hocalarımızdan yakınma ve üzüntü dolu epostalar geliyor. Özellikle belli bir yaşın üstündeki erkek öğrencilerin kesinlikle disipline olamadığından, öğretmenlere kaba kuvvetle cevap verdiğinden, zaman zaman bıçak çektiğinden söz ediyorlar! Anladığım kadarıyla Haydarpaşa Lisesi, nispeten yumuşak bir örnek. İtiş kakış, saygısızlık ve sigara nihayetinde. Çok daha beterleri var ve az da değil. Okul, öğrenciye sözünü nasıl dinletir? Bence aileyle işbirliği yaparak! Ama ailenin umurunda değilse çocuğunun, özellikle oğlunun haytalık yapması, hocayla dalga geçmesi, sigara içmesi... Hatta kimi ailenin hoşuna bile gidiyorsa böyle 'kahramanlıklar'? O zaman, öğretmen ne yapsın? Özellikle de, mesela, bazı e-postalarda anlatıldığı gibi, karşısında izbandut gibi, 18 yaşında, cebinde çakısıyla küçük bir Polat Alemdar özentisi duruyorsa! Ben lisede okurken merdivenlerden tek sıra halinde inilirdi. Öğrencilerin disiplin kartları vardı. Yanlışı görülenin kartına öğretmen Üç imzası olan disiplin kuruluna giderdi, okula ailesi çağrılırdı! Korku dağları beklerdi! Onun için, sırf eski günlerin acısını çıkarmak için Haydarpaşa Lisesi'nde okumak, bu tecrübeyi yaşamak istiyorum! Lütfen! Sadece bir haftacık! Bir güncük!
|