|
|
İstanbul için palamut vakti...
Ağustos ayının son günleriydi. Sıcak bir akşam Boğaz'da mevsimin ilk çingene palamudunu yiyordum. Bir ara Karadeniz'e doğru iki dev balıkçı gemisi geçti. Hani aslında açık denizlerde avlanmak için yapılmış olan ama bizim Marmara, Karadeniz kıyılarımız gibi içdeniz sayılacak sularda yüzlerce olta balıkçısının günler boyu tutamayacakları kadar balığı bir seferde ambarlarına aktaran iki gemi. Boğaz girişinde mevzilenmiş diğer gemiler, avlanma yasağının sona erdiği eylül başını bekleyecekler, ondan sonra önce tonlarca çingene palamudunu, ardından biraz daha irileşip yağlanan palamutları toparlayıp götüreceklerdi. Küçük tekneler ve olta balıkçılarının kısmetine ise onlardan artanlar düşecekti. Bugün benim o akşam yediğimden çok daha yağlandı, lezzetlendi çingene palamutları. Bollaştı da. Önce Karadeniz'de avlanan bu nefis balık şimdi Boğaz'ın bütün koylarına, hatta Sarayburnu önlerine kadar yayılmış durumda. Artık onların ağabeyleri, palamutlar da yakalanıyor, balıkçı tezgahlarında yerlerini alıyor. Ne var ki palamudun en büyük düşmanı, Marmara'nın bir başka prensi, lüfer de Karadeniz girişinde ve Beykoz, Paşabahçe önlerinde boy gösterdi. Danıştığım balıkçılar oldukça karamsar bir tablo çizdiler. Büyük balıkçı gemileri bir yandan, son zamanlarda sayıları giderek artan yunuslar diğer yandan palamutlara aman vermezlerken, üstüne üstlük bu balıkların en büyük düşmanı lüferin bu yıl erken ortaya çıkması da, deneyimli Boğaz balıkçılarına göre, şu sırada bol bulunan palamutların kısa sürede ortadan kalkacağının göstergesi.
YOKSUL BALIĞIYDI Aslında fazla şikâyetçi değilim. Zira uzun bir ayrılıktan sonra bundan dört beş yıl önce Boğaz'ın bu nefis balığına tekrar kavuştuk. Öncesinde denizlerimizin aşırı kirliliği ve trol ile avlanma, Boğaz ve Marmara'nın yerli balıklarını neredeyse tümüyle ortadan kaldırmıştı. Yasakların bir ölçüde uygulanması ve kirliliğin azaltılmasıyla yeniden 'palamut akını' yaşar olduk. Oysa benim çocukluğumda palamut o kadar boldu, fiyatları o kadar ucuzdu ki, yoksul balığı sayılırdı. O günlerde bu balık bolluğunu gördükçe, biz İstanbulluların ne kadar şanslı olduğumuzu, bu kentte hiç kimsenin aç kalmayacağını düşünürdüm.
ALTIN BOYNUZ Daha eski dönemlerde durum daha da etkileyiciymiş. Örneğin Haliç'e 'Altın Boynuz' adının yakıştırılış nedenini MS 2. yüzyıl başlarında yaşayan tarihçi Plinius şöyle açıklıyor: "Biz buraya Altın Boynuz diyoruz, çünkü burası palamut kaynıyor, elimizi attığımız zaman yakalıyoruz. Zaten Haliç bir boynuz gibidir, biz bu bereket boynuzuna 'Altın Boynuz' dedik." Balığın o zamanki ismi pelamydes; bugünkü adıyla palamut balığı. Nümizmatik, yani para bilimi uzmanı, tarihçi Dr. Oğuz Tekin, Bizans için palamudun ne kadar önemli olduğunu gösteren başka ilginç bir örnek veriyor: "İstanbul'un çok eski sikkelerine baktığınız zaman paraların üzerine palamut balığı konulduğunu görüyorsunuz. Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin paralarında Atatürk'ün resmi vardır, Amerika'da George Washington'ın resmi; her ülke kendi önemsediği şeyi koyar. Byzantion kenti de balığı, palamut balığını önemsemiş ve 'Bizim sembolümüz budur,' demiş. Palamut balığını belki 200 yıl boyunca, belki 300 yıl boyunca bütün Roma İmparatorluğu dönemi boyunca sikkelerine koymuş." vakti...
|