Biz erkekler, 'taş kalpli'yiz! Oysa siz kadınlar...
Anne yüreğidir; evlatlarının üzerine titrerler. Hele kız çocukları olunca annenin o şefkatli eli genç kızın saçlarında dolaşır durur. Bir gün o acı gerçekle yüz yüze gelince... Yani genç kız hastalanır, kemoterapiden saçlar dökülmeye başlayınca annenin şefkatli elleri yana düşer. O lüle saçlar var ya... Hele kıvırcıksa!.. Dökülmeye başlayınca bir hüzün çöker. Kimi eşarp takar, kimi peruk. Bir genç kızın iyileşmesi koca hastaneyi bile mutlu eder. O saçlar tekrar çıkmaya başlayınca eşarp da atılır, peruk da... O ne inanılmaz duygudur ki kadınlar saçları dökülürken hüzünle, saçları uzarken de sevinçle hep ağlarlar. Oysa saçlar biz erkeklerin hiç umurunda olmadı. Hatta benim gibi karizma yapıp saçlarını bir kez daha uzatmayanlar bile oldu.
KADINLAR TERK ETMİYOR Biz erkekler dedim ya... Tam yedi yıldır hastane koridorlarından şunu gördüm: Biz erkekler var ya... Hepimiz, 'taş kalpli' insanlarız. Oysa; siz kadınlar!.. Çocuklarınızdan sevgiyi eksik etmediniz. Erkeklerinize ise bir baba gibi kol kanat gerdiniz. Bakın neler gördüm: Bir kadın hastalanır. Tedavi için kocasıyla el ele tutuşarak ve geleceğe umutla bakarak hastane koridorlarına gelirler. Bu, sevginin en güçlü anıdır. Birkaç seans sonra bakarsınız ki o kadıncağızın yanındaki o güçlü erkek artık yoktur. Kadın o savaşında yapayalnızdır. O sevgi dolu erkek eli artık yoktur. İşte bu kadını mutsuzluğa değil, ölüme gönderen bir yolculuğun başlangıcıdır. Bunun anlamı şudur: Kadınlar, terk edilmişlik duygusuna kapılınca dünya ile sevgi bağlarını koparıyorlar. Artık ilaçlarla iyileşme yoktur. Onu iyileştiren erkeğinin sevgi eli yok olunca doktorların deyimi ile "Artık yapılacak fazla bir şey de yok"tur. Oysa siz kadınlar var ya... Kadın hiçbir zaman erkeğini terk etmez. Hastalık boyunca onun elini hiç bırakmaz. Ben yedi yıl kanserin her türlüsü ile savaşırken "Moral ve sevgi en iyi ilaçtır," sözü ile kendime destek buldum. Karım Sevinç her zaman hep yanı başımdaydı. İşte beni iyileştiren güç, bu sevginin gücüydü. Benim karım diye söylemiyorum. Kocasını o hastane odasında bırakıp giden bir tane kadın bile görmedim. Oysa o erkekler var ya...Yani biz, taş kalpli erkekler... Galiba sevgi nedir bilmiyoruz. Hadi itiraf edeyim: Karım Sevinç'in bana yedi yıldır yaptıklarını ben ona yapar mıydım? Erkekçe itiraf ediyorum: Hiç sanmam güzel bayanlar! Ey sağlıklı insanlar! Birilerinin ölüm haberini alınca, "Nesi varmış?" dersiniz ya... İşte o "Nesi varmış" sözü hastalar için en nefret edilen sözcüktür. Hele gazeteler! Hangi hastalıktan öldüğünü niye yazar, söylerler ki? Oysa o cümle o hastalıkla savaşan insanlara vurulmuş en ağır darbedir. Bu yüzden Genel Yayın Müdürüm Fatih Altaylı'ya bunca hasta adına maruzatım şudur: Hastanın hangi hastalıktan öldüğünün gazetede yazılmasına izin verme. Lütfen... Diyelim ki ben... Akciğer tedavisi görüyorum ya... Akciğerden birinin ölüm haberini gazetelerde okuyunca sanki benim de akciğerim ölüyor. O gün kolum kanadım kırık gibi dolaşıyorum. Bir sözüm de hastanelere. Hadi açık yazayım, Amerikan Hastanesi'nin üçüncü zemin katında, sıkışık bir odada tedavi oluyorum. Hep kendime soruyorum: "Niye o deniz manzaralı çatı katı değil de zemini katı?" (Öğrendim ki inşaat bitince bir kat daha aşağı inecekmişiz!) Ölümcül olmayan hastalara ise daha çok moral olsun diye güneş gören odalar veriliyor. Güneşe hasret, yaşama umutla bağlanan insanlar ise zeminlerde, karanlık odalarda tedavi ediliyor. Bir an önce gidelim diye mi? Niye derseniz; morg da dördüncü zemin katında. Hay Allah! Bizi karanlık ve güneşsiz odalar asla solduramaz. Yeter ki sevgi üzerimizden hiç eksik olmasın. Kadınlarımızın hâlâ gülümseyen o yüzleri hiç solmasın.
|