İki fotoğraf ve birkaç kırık dökük anı
Yazı işleri müdürüm, elindeki diayı dikkatle inceledikten sonra öfkeyle bana bağırdı: "Bu ne biçim renkli fotoğraf! İsmet'e (Gümüşdere) söyle gitsin, yeniden çeksin. 40 yılın fotoğrafçısına bak. Renkli resim diye bana siyah-beyaz filmi getirmiş." Diayı aldım, ışıklı masada lupla incelemeye başladım. Sonra da çok sevdiğim İsmet Ağabey'i korumak için söylendim: "Adam pis zenci. Simsiyah adamın renkli fotoğrafı olur mu!" Ağzımdan, 'pis zenci' çıktığı için öyle utandım ki yer yarılsa da içine girsem diyorum. "Affedersin," dedim. "Böyle demek istemedim..." Demesine dedim ya... Bendeki panik devam ediyor. Bu lafları söylediğim gazetenin genel yönetmeni de zenciydi!.. Meslekte her şeyi öğrendiğim o adam yani Bab-ı Ali'nin efsane ismi 'Arap' lakaplı Ferhan Devekuşuoğlu tek kelime etmedi. Hiç kızmadı,öfkelenmedi. Sadece yüzüme bakarak, "Röportajını yaz getir," dedi. O röportajı, yani fotoğrafına bakıp pis zenci dediğim o efsane futbolcu Fenerbahçe antrenörü Didi'ydi. O olaydan sonra Didi ile sarsılmaz bir dostluk kurdumve büyük usta Devekuşuoğlu'ndan mesleğin tüm sırlarını öğrendim. Şimdi nerede bir negro, zenci ya da siyah tenli (hadi olayı tatlandıralım) çikolata renkli bir insan görsem o olayı hatırlar hâlâ utanırım. Hem gazeteci hem de insan olmaktan!.. Hadi size güleceğiniz ama düşüneceğiz de bir anı. Günaydın yazı işleri toplantılarına patron Haldun Simavi de girermiş. Bir gün elinde, 'tef çalan adam' fotoğrafı ile toplantıya girmiş. Genç bir gazeteciye "Yavrum," demiş, "Bu nedir?" Genç gazeteci, "Tef çalan adam efendim," demiş! Patron Simavi, "Bunu ben de biliyorum. Sen gazetecisin başka şey söyle," demiş. Sonra yazı işleri müdürü Rahmi Turan'a talimat vermiş: "Yavrum bu gazeteciyi işten kov!" Bu olay öyle büyüdü ki servise gelen her fotoğrafı elime alır, sallayarak genç gazetecilere sorardım: "Bu fotoğraf nedir yavrum?" Gördüğünü söyleyen genç gazetecilere akıl verirdim: "Bunu ben de biliyorum yavrum. Bana bilmediğim bir şey söyle!" Günaydın'ın patronu Haldun Simavi muhabir gibi çalışırdı. Ama, Hürriyet'te patronumuz Erol Simavi'yi hiç göremezdik. Çünkü o sabahın köründe gazeteyle gelir, biz gazeteye gelirken çoktan gitmiş olurdu. Bir gün servise geldiğim zaman herkes etrafımı sardı. "Patronumuz Erol Simavi seni merdivenlerde görmüş," dediler. Bu arada herkes beni tebrik ediyordu. Benim şaşkınlığımı anlayan ilk Esat (Yılmaer) oldu. "Ulan dinlesene," dedi. "Şu an Hürriyet'te kral sensin". "Yok yaa?.." dedim. O anlattı: "Erol Simavi gazetenin merdiveninde bir muhabire rastlamış. Üstü başı perişan. Sonra çok üzülmüş ve talimat vermiş: Benim muhabirim en şık giyinen olmalı. Çünkü nereye gitse beni temsil ediyor." Esat gülerek "Herkes mağazada kuyruk oldu. Ne alırsa al hesapları patron ödüyor, hadi biz de Beyoğlu'na gidelim," dedi..
AYIPTIR SÖYLEMESİ Neyse efendim, "Ben o muhabir değilim," desem de kimse inanmadı. Gittim çok şık bir takım aldım. Bizim o dünyamız fıkra gibi olaylarla doludur. Fıkra dedim de geçenlerde meslekte onur ödülü alan yani duayen ilan edilen Eyüp Karadayı bu olayları öyle güzel anlatır ki, bunlar Ayıptır Söylemesi ismiyle kitap bile oldu. Hadi o kitaptan fıkra gibi bir anı: Mahmut Küçük maçtan çektiği gol fotoğrafında topu yakalayamaz. Topu bir başka kareden kesip kendi fotoğrafına yapıştırır. Sonra da Necmi Tanyolaç'ın önüne koyar. Tanyolaç usta "Bu gol de top nerede?" diye bağırınca Mahmut Küçük yerlere yatarak aramaya başlar ve bir yandan gelirken düşürdüğü o topu ararken söylenir: "O topu iyi yapıştırmıştım ama!.." MESAJ: Yakın silah arkadaşım Eyüp Karadayı'nın, Ayıptır Söylemesi isimli fıkra kitabı için Hıncal Uluç ile Hasan Pulur ustalar öyle harika şeyler yazdılar ki bana yazacak bir şey kalmadı. Benim tek dileğim bu fıkraları Eyüp Ağabey'in sesinden CD'den dinleyebilmek...
|