|
|
|
|
Perihan Mağden: Adalet Bakanımızın dikkatine!
Türkiye'de kimsenin umurunda olmasa da ölüm oruçları devam ediyor. Tam 122 kişi kendini öldürdü. 123'üncü kişi ise İstanbul Barosu Avukatları'ndan Behiç Aşçı... Uluslararası sözleşmelere aykırı olan cezaevi koşullarımızın ıslah edilmesi gerekiyor
Avukat Behiç Aşçı'yı neden görmezden gelmemeliyiz? ya da Adalet Bakanımızın Dikkatine
Türkiye'de kimsenin umurunda olmasa da ölüm oruçları devam ediyor. Tam 122 kişi kendini öldürdü. 123'üncü kişi ise İstanbul Barosu Avukatları'ndan Behiç Aşçı... Uluslararası sözleşmelere aykırı olan cezaevi koşullarımızın ıslah edilmesi gerekiyor.
Sosyal psikolojide (benim okuduğum yıllarda) anlatılan bir 'durum' vardı. 70'lerin New York'unda genç bir kadın öldürülürken, nasıl onu 48 mi 79 mu ne kişi izler, kadının öldürülmesini yani; ne polis çağırır, ne bir müdahale girişiminde bulunur. Öylece toplu halde, toplam halde daha doğrusu, tek tek onca birey, onca birbirinden bağlantısız, bağımsız kişi, genç bir kadının tam da camının önünde öldürülmesini GÖRMEZDEN GELİR LER. Zira 70'lerin New York'unda suç oranları alabildiğine yükselmiştir. Suç, hem sıradanlaşmış, hem de izleyenlerde: "Bana olmasın da, kime olursa olsun," ya da "Baş edemeyeceğim, başa çıkamayacağım acılarla/acıklılıklarla zehir etmeyeyim 'şu' kısacık hayatımı; en iyisi ben olanı biteni YOK sayayım, görmedim/duymadım/bilmedim yapayım," hissiyatı, kartopulanmıştır. Ben oldum olası Türkiye'nin; Avrupa'dan ziyade Amerika Birleşik Devletleri'ne benzediğini, benzetildiğini (kelimenin her anlamıyla), (h) öykündüğünü ve sonunda da hakikaten Vizyoner Bir Siyasi Büyüğümüzün on yıllarca önce muştuladığı üzre Pek Küçük 1 Amerika olup çıktığımızı, çıkacağımızı düşünmüşümdür. (Esefle; o ayrı.)
Karışık
insan toplulukları Hakiki bir demokrasiye geçme temayüllerimizin zayıflığından/zafiyetinden tutun, köktendinciliğin ve de köktendevlet devletçiliğin bu bereketli topraklarda baobab'laşma imkânlarının derinliğine kadar, 'karışık' 'karışım' insan topluluklarından oluşmamıza, bunun yarattığı sorunların çeşitliliğine kadar: "Yahu amma DA Küçük Amerikaymışız yani!" deyip durmuşumdur köşeciğimde. (Sinsice.) İşte şimdi biz milletçek, kendi 70'lerimizin New York'unda; ölen/öldürülen/daha doğrusu: bir durumu/bir dayatmayı protesto etmek için KENDİNİ ÖLDÜREN İNSANLARIMIZI YOK SAYIYORUZ görmezden geliyoruz. Zira onları görürsek tatlı hayatlarımız tatsızlaşacak. Onları insan yerine koyarsak, fena halde moralimiz bozulacak. Onları kaale alırsak; "Yüz verirsek astar isterler canım," "Onları YOK sayalım da YOK OLSUNLAR ekranlarımızdan." (Burda 'ekran' kelimesiyle şahsi ekranlarımız kast ediliyor: Gönül Ekranlarımız.) Medyalamamız DA Yüksek Otorite'ye ve Paranın Şıngırtısı'na biat etmekte mükemmelleştirilmiş Robocop'lar ve Emirerlerinden oluşturulduğundan; hadi şimdi pazarpazar bu hakikaten tatsız soruyu soruyorum: ÖLÜM ORUÇLARININ DEVAM ETTİĞİNİ EN SON NE ZAMAN DUYDUNUZ? Ölüm oruçları Evet! devam ediyor. 122 kişi kendini (düşünün: açlığa mâhkum ederek!) öldürdü. 123'üncü kişi yolda; hem de ne biçim bir yolda. O kişinin bir ismi var. Bir mesleği var. Ailesi var, akrabaları var, memleketi var. O kişi: İstanbul Barosu Avukatları'ndan Behiç Aşçı. Behiç Aşçı, 1965 Sakarya doğumlu. Adapazarı'nda yaşayan, gözleri görmeyen bir babacığı var. Babasının adı: Mikdat Aşçı. Çerkez asıllılar. (Hani şu meşhuur Türkiye Mozaiği var ya: Yani 'Kürt' 'Alevi' gibi 'zararlı unsurlardan' oluşmuyor Behiç Aşçı'nın kökeni.) Bunları yazıyorum; zira Behiç Aşçı Himalayalar'da yetişen bir bitki değil; ismiyle cismiyle, memleketiyle, anasıyla babasıyla GERÇEK BİR KİŞİDİR, bu memleketin çocuğudur, görmezden gelinemeyecek kadar hakikidir, bir trajedinin ortasında hapsolmuş, ölmek üzeredir; ÖLMEKTEDİR. 42 yaşındaki Behiç Aşçı doksan kilodan elli kiloya düştüğü yatağında, ölmeye yatmıştır. Bugün yarın (elim yazmaya varmıyor ama) ölmek üzeredir. Ben bu satırları yazarken (yazının başında neşeliceneydim, iyiydim mesela) burnumun direği sızlamaya başladı. Gözlerime henüz hâkim olabilirim; ama sonuç olarak bu memleketi, memleketini aşırı derecede seven bir adam, bir amaç uğruna kendini öldürüyor. Kendini feda ediyor, edebiliyor.
Cezaevi sistemi işkence hali Zira Behiç Aşçı, siyasi mahkûmların davalarına gire çıka/onlarla görüşe görüşemeye bir nevi özdeşleşme yaşamaya başlamıştır. Türkiye'deki cezaevi sistemi, şu an, şu haliyle 1 Nevi İşkence Halidir! Savunduğu insanların sürekli maruz kaldığı/bırakıldığı hallere dayanamamış, koşulların değiştirilebilmesi için, mevcut cezaevi koşullarının ne denli GAYRİ İNSANİ olduğunu haykırabilmek için, kendini ölüm orucuna mahkûm etmiştir. İnanın: Behiç Aşçı sesini duyurmayı ümit ediyordu. İnanın: Sıradan Şüpheliler'in (yani Bir Örgütün Elemanlarının) değil de; BİR AVUKATIN ölüm orucuna girmesinin ses getireceğini, yankı bulacağını umut ediyordu. Behiç Aşçı eminim, hayatı sizin kadar, benim kadar seviyor, ölmek istemiyor; o da diyelim Beşiktaş İskelesi'nde çayını yudumlamak, ya da Zeki Demirkubuz'un Kader'ini izlemek, ya da türkü söylemek, hayata dair yapılabilecek/yaşanabilecek güzel şeyler ne ise, onları yapmak, hepsini tek tek ve her gün yapmak istiyordu. İstiyor.
Sevgi öldürür mü? Behiç Aşçı şimdi ölmek üzereyse, ölüm döşeğindeyse, bedeni yarıya inmişse, bedeni yarı yarıya buralardan gitmişse, sizleri ve beni ve onu, yani bu memleketi haddinden fazla sevdiği için, hepimizden fazla sevdiği için bu halde. Behiç Aşçı ölüyor ve biz onu YOK sayıyoruz. Görmezden geliyoruz. Korkunç, vicdansızca, insanlık dışı değil mi? Eğer zırhlarımızı çıkarmaya muvaffak olabilirsek, öyle. Biri orda yatağında, bizim hiç umursamamamıza inanamayarak hâlâ; öldü, ölüyor. TAMAM: cümlemizle dalga geçercesine "Hayata Dönüş Operasyonu" adı verilen ve Dünya Zulüm Tarihi'nde mutlaka 'haklı' yerini almış bulunan Büyük Türk Devleti operasyonundan önce, hapishanelerimizde hâkim olan koğuş sisteminin çivisi çıkmıştı. Tamam: koğuş sisteminin iler tutar yanı kalmamış, başka bir sisteme geçilmesi farz olmuştu. Ama bu memleketin kaderi midir bir ifrattan öbürüne sürüklenmek? Koğuş sisteminden geçilen F tipi; geçtim F tipini, E tipini, bu tiplerde dayatılan koşullar, 'tretman' adı verilen ve her nevi keyfiyeti, cezalandırmayı, işkencelemeyi içinde barındıran yeni (ve içinden bir türlü çıkılamayan) 'düzenleme' TAM BİR İFRATTIR. Oldurulacak, katlanılacak gibi değildir! Mevcut (ve alabildiğine keyfi) koşullar altında siyasi olsun, adli olsun hükümlü ve tutukluların fazladan fazladan cezalandırılarak (ceza üstüne cezalandırılarak) bir nevi RUH ÖLÜMÜNE maruz bırakılmaları anlamına gelmektedir. Ayrıca BUNLARI oturduğum yerden ben söylemiyorum. Bunları, tamamen bu işle alakalı bir kurum olan 'European Committee for the Prevention of Torture' (Türkçesi: İşkencenin Önlenmesi için Avrupa Komitesi) CPT de aynen, lamıyla cimiyle böyle, 6 Eylül 2006 tarihli Türkiye Cezaevleri'yle ilgili raporunda söylüyor. Şu an mahkûmlarımıza dayatılan tek kişilik izolasyon hücrelerinin eşi benzeri var mıdır? Evet vardır! Eski Valisi George W. Bush olan ve idamı yasaklamayı reddeden Teksas Eyaleti'ndeki hapishanelerde İDAM SIRASINI BEKLEYEN SUÇLULARA UYGULANAN KOŞULLAR Türkiye Cumhuriyeti'nde cezasını çekmekte olan hükümlülere uygulanmaktadır. Yani: NORMAL DEĞİLDİR; ortada dünya cezaevi normlarına katsurette uymayan bir 'norm' vardır. Bir norm yaratılmıştır. Bir norm yaratıklandırılmıştır. Adalet Bakanımız Cemil Çiçek'in Behiç Aşçı'nın durumunu dikkate aldığını, bir şeyler yapma gayreti içine girdiğini biliyor ve takdir ediyoruz. Ama bugün gelinen noktada uluslararası sözleşme, standart ve uygulamalara aykırı olan cezaevi koşullarımızın ıslah edilmesi için, yani 'ıslah' (tretman) koşulların ıslah edilmesi için yapılması gereken çok temel şeyler var. Öncelikle: bu konuda Adalet Bakanlığı'na (defalarca) başvuran ve bu konunun MESLEKİ ve BİLİMSEL MUHATAPLARI OLAN Türkiye Barolar Birliği, Türk Tabipler Birliği ve Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği'nin çağrıları dikkate alınarak, konunun BU KURUMLARLA BİRLİKTE İNCELENMESİNİ sağlayacak yöntem bulunmalıdır. Ve sorunun çözümlenmesi için gerekli çalışmaların yürütülmesi (kuşkusuz) zaman alacağından GÜN İÇERSİNDE MAKUL SAYIDA HÜKÜMLÜNÜN HERHANGİ BİR KOŞULA TABİ TUTULMAKSIZIN GÖRÜŞEBİLMELERİ sağlanmalıdır.
Üç kapı üç kilit Yani: üç kapı üç kilit var ya; o kilitler belli saatlerde açılsın, açılabilsin ve dokuz hükümlü yok ceza aldın da/yok şöyle yaptın da/gözünün üstünde kaşın vardı da gibi KEYFİ değerlendirmelere bağlı olmadan belli süreler için görüşsün, görüşebilsin. Bildiğiniz üzre İnsanoğlu Sosyal 1 Varlıktır! Üstelik denklem bu ise, İnsanoğlu/İnsankızı Sosyal 1 Varlık ise, Türkler Sosyal 3 Varlıktır! Türkler kadar sosyalleşmeye düşkün insanlar görmedim. Görmek de istemem! (Aşırı olur.) Şimdi sen kalk kıpır kıpır/insan canlısı Türkleri Beider-Meinhof için Almanlar'ın (bir başka sorunlu ulus) 'keşfettiği' koşullar altında 'yaşamaya' mahkûm et. (Ölmeye mi demeliyim?) İstenen fazla bir şey değildir: Konunun erbabının fikri alınarak yeni bir düzenlemeye, 'insani' bir düzenlemeye gidilmesi- o kadar!
Açlıktan ölmek ağırdır Ama ölüm, kendi kendini ölüme mahkûm etmek, üstelik bu kadar yavaş ve zor bir ölüme: açlıktan ölüme! Ağır bir şeydir. Çok ağırdır. Çok. "Meczuplar Tarikatı!'' deyip görmezden gelmemeliyiz. "Yok sayalım ki; yok olsunlar!" Bunlar asıl, yangına körükle gitmek. Madem "Komşun açken sen tok uyuyamazsın," diyen bir dinin inanmışlarından oluşan bir hükümetimiz var; "Komşunun çocuğu can çekişirken, kendini öldürürken sen onu YOK sayamazsın, gözlerini kapatamazsın," diyerek bitiriyorum. Komşun ne kadar uzağında oturuyor da olsa, uzak da olsa, uzaklasan da, görmezden gelme 'lüksünü' kendine tanıma! Çocuklaşma! Küçülme! Belki de bu dünya kimilerimizin ümit etmek istediği gibi bir etme-bulma dünyasıdır. Öyle bir ihtimal vardır. Yakın gözlüklerimizle baktığımız için görmesek de, seçemesek de, öyle bir ihtimal söz konusudur evrende. Bilemezsin. Bilemezsin işte.
PERİHAN MAĞDEN
|
|
|
|
|
|
|
|
|