|
|
Bizlerde olan, onlarda olmayan
Avrupa'ya uzanmak, Batı'ya gitmek, seyahate çıkmak... Hepsi iyi güzel de ben başka kentlere gittiğimde artık biraz rahatsız, hatta mutsuz oluyorum. Alıştığım öyle şeyler var ki onları bulamayınca sudan çıkmış balığa dönüyorum. Neler mi? Örneğin bir Batı kentinde ne yol kazısı var ne de dağ gibi yığılmış toprak. O kentlerde çamur da yok, kaldırıma bastığınızda üzerinize su sıçraması ihtimali de... Tüm yaya geçitlerinde kaldırım sıfır seviyeye iniyor, böylece rahatça inip yürüyorsunuz. Üstelik bir arabanın üzerinize sürülmesi ihtimali de sıfır! O kentlerde dilenci hemen hemen yok, sadece çiçek veya hediyelik eşya satan yaşlılar ya da kara derili yabancılar var. Müzik ancak milli yıldönümlerinde başvurulan bir yan etkinlik değil, meydanlardan metrolara her dakika sokakla iç içe yaşanan bir olay. Kış kestaneleri bile özel dizayn edilmiş şık arabalarda satılıyor. Karayağız erkekler veya çingene kadınları tarafından değil... Her yer ışıl ışıl, hele yılbaşı yaklaşırken tam bir bayram havası egemen. Bizde en önemli arter veya meydanlar bile karanlıkla boğuşurken, o kentlerde ışık bir nehir gibi akıyor, tüm kenti kucaklayıp gidiyor. Yine o kentlerde yoksulluk her dakika bir tokat gibi yüzünüze inmiyor, gelir adaletsizliği her an karşınızda somutlaşmıyor. Ve estetik kurallar tüm manzaraya hâkim gözüküyor. Bizim kentlerimizde her anın, her olayın bir macera gibi görünmesi ve trafikten kapkaça tehlikenin her an yanı başınızda olması duygusu, oralarda hiç yok. Her yerde güven, rahatlık, bilimsel ve estetik çözümler. Türk tarzı büyük kent yaşamına alışmış olanlar için, o Batılı kent yaşamı sanki sıkıcı ve tekdüze. Acaba yanılıyor muyum?
|