İçimizdeki çiviler
Genç gazeteci Rabia Akbulut'un bana sorduğu bir soruyu nasıl yanıtlamam gerektiğini düşündüm. Demiş ki "İş, yetenek ve kültür ilişkisini nasıl koruyorsunuz? Çalışma hayatına baktığımızda yeteneklerinin keşfedilmesini bekleyen birçok çalışan olduğunu görüyoruz. Onların ön plana çıkması için ne yapılması gerekiyor." Yerli yerinde bir soru... İş hayatında da sanatta da aynı olgu kafaları kurcalıyor. İş, yetenek, kültür ilişkisini nasıl kuracağız sahi? Değişmeyen bir gerçek var ki: Sen mesleğini taçlandırırsan, mesleğin de seni taçlandırır. Dünyanın her yerinde kötü koşullarda çalışmaya başlamış ama çok yükseğe zıplamasını becermiş birçok insan var. Çağımız artık profesyoneller çağı. Profesyoneller kendilerini iyi yetiştirmiş, bunu bir meslek olarak seçmiş, çağdaş yöneticiliğin gereklerini yerine getiren insanlar. İyi takımlar kurup, onları başarılı bir biçimde yöneten, takım oyununa inanan insanlar... Sistem, genç insanın içindeki yeteneği keşfedip ortaya çıkarmasına yardımcı olmalıdır. Yetenekli olduğu dalda bilgi alabilmesi, kendisini geliştirmesi, bilgi ve deneyle zenginleşmesi için olanak tanınmalıdır.
EĞİTİME YATIRIM ŞART Kendini bilen büyük şirketler zaten çalışanlarının eğitimi, iş hayatının yeniden organizasyonu, şirketin sürekli yeni, taze bir bakış elde etmesi için eğitime yatırım yapıyor. Sonuçta hepimiz aynı noktaya varıyoruz. Farkı yaratan insandır. Peki, farkı yaratacak olan insanı nasıl eğiteceğiz? Ben çalışmalarımda zaman zaman bu sorunun peşine takılıyorum. Çalıştığım ekiplerle bu sorunla ilgili araştırmalar yapıyorum. Dünyadaki metodolojileri birlikte inceleyip, bizim bünyemize uygun bir ortak akıl, bir ortak iletişim yönteminin arayışı içinde oluyoruz. Faks: (0212)Evet, insan fark yaratacak ama o farkı yaratacak düşünce biçimini nasıl yaratacağız? Bilinçaltını bilinçli bir yöntemle harekete geçirmenin, yaratıcı enerjiye dönüştürmenin, yaratıcılıkla baş başa yürümenin, işini eğlenerek yapmanın yolları neler? En kötü koşulları, başarısızlıkları, tökezlediğimiz anları bizi motive edecek sıçramalara nasıl dönüştürürüz? Hatalarımızın üniversitelerinden nasıl mezun oluruz? Yeteneğin önü engellerle doludur. Çocukluğumuzdan başlayarak hepimiz yasaklamalarla, kısıtlamalarla, örf, adet, törelerle, modası geçmiş bakışlarla karşı karşıya kaldığımız için tabii ki bireyin yetenekleri prangaya vuruluyor çoğu zaman. Birey bu tehlikenin farkına vardığı yaştan başlayarak savunmaya geçer. Ama o zamana kadar sistem içine bir sürü çiviyi çoktan çakmıştır. Ve o çivileri teker teker nasıl söküp atacağın sorunuyla baş başa kalırsın. Dengesini ve varoluş biçimini kontrol altına alabilen, her koşulda yaratıcı ve muhalif bakışını ayakta tutabilen insanlar daha başarılı oluyor. İşimiz yaşama biçimimiz değildir ve olmamalıdır. Özgün bir yaşama biçimi, bir bakış, anlayış, hayat felsefesi oluşturmalıyız. Yaptığımız işi dünyaya karşı takındığımız tavrın içine yerleştirirsek her zaman kendini taze ve genç tutan yaratıcı insanlar oluruz ve sürekli kendimizi yenileriz. "İş benim yaşama biçimimdir," deyip, bu formülün arkasına saklanıp kendimizi kısırlaştırmaktan korkmalıyız. Madem ki yetenek ekonomisinden söze başlayıp buralara geldik, o zaman yinelemekte yarar var: Yetenek dediğimiz şey; insanın içinde, bilinçaltında bir cevher, bir değerdir. Bir şekilde onun da yönetilmesi gerekiyor. Yeteneğini de tıpkı bir markayı yönetir gibi yönetmek, iyi tanımak, dünyadaki gelişmelerden nasıl etkilendiğini bilmek, anlamak, onunla iyi ilişki kurmak ve onu başkalarına aklı başında yöntemlerle sunmak zorundayız.
|