|
|
İnsanı içine çeker, sarıp sarmalar...
Niçin tatlıdan hoşlandığımız sorusunu biyolojik açıdan yanıtlayan bilim adamları, atalarımız ilk insanların tatlıdan hoşlanma yeteneğini, ham ve olgun meyveler arasındaki farkı öğrenmek için geliştirdiklerini söylüyorlar. Antropologlar ise daha ileri gidip, tatlının bir beslenme göstergesi olduğunu, doğadaki tatlı nesnelerin bize yararı dokunduğunu, buna karşılık acı nesnelerin zehirli olabileceğini telkin ettiğini öne sürüyorlar. Gerçekten de vitamin açısından zengin bitkilerin çoğu tatlı. Biz insanlar tezatlar karşısında hep olumlu olanları tercih ederiz. Tıpkı ölümün karşısında yaşamı, soğuğun karşısında sıcağı, sıkıntı çekmenin karşısında konforu tercih ettiğimiz gibi, acının karşısında da seçimimiz tatlıdır. Biz insanlar sinirli ya da stresli zamanlarımızda daha fazla tatlı tüketiyoruz. Nitekim Kuzey Amerika'da 11 Eylül saldırısından sonra şeker ve çikolata tüketiminde bir patlama yaşanmış. Tatlı, esrarengiz bir şey. Ağzınıza atarsınız ve size bir şeyler olur. Siz onu değil, tatlı sizi içine alır, sarıp sarmalar. Tatlı paylaşılır. Eğer başkalarıyla paylaşmıyorsak, onu kendi kendimizle paylaşırız. Bir bölümünü hemen tüketmeye kıyamayıp, daha sonraya saklarız. Tatlılarla oynama özgürlüğüne de sahibiz. Ağza alınan yiyecekleri çıkarmadan çiğneyip yutma konusundaki görgü yasağını bile deler; elma şekeri, horoz şekeri, lolipop gibi tatlıları yalayıp, ağzımıza sokar çıkarır, zaman zaman da hayranlıkla seyrederiz. Evet, yetişkinlerin de oyuncağı olduğunu kabul etmeliyiz. Son bir haftadır kendimi oyuncakçı dükkanına kapatılmış çocuk gibi hissediyorum. Ve bu durum evdeki şeker, lokum, çikolata, bademezmesi, baklava gibi Şeker Bayramı'ndan kalan tatlılar tümüyle tüketilinceye kadar devam edeceğe benziyor. Sanırım pek çok evde de benzer durumlar yaşanıyor. Ağzımızın tadı hep yerinde olsun!
|