| |
Tartışılan Cumhuriyet değil, siyasetin yöntemleridir
Türkiye Cumhuriyeti'nin dün 83'üncü doğum gününü kutladık. Demek 17 yıl sonra Cumhuriyet bir asırlık olacak. Zamanın hızlandırılmış biçimde yaşandığı bu çağda, bunlar çok uzun sürelerdir. Düşünün ki, Doğu Avrupa'nın eski komünist ülkeleri, 1990'lı yıllarda rejimlerini değiştirdiler. Bunların çoğu AB üyesi şimdi. Romanya ve Bulgaristan da, önümüzdeki yıl üye oluyorlar. Demek bu çağda toplumların siyasi kültürlerini ve " Devlet " anlayışlarını değiştirmeleri için, 20-25 yıl yeterli oluyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün, bizim toplumsal yaşamımıza ve dünya görüşümüze açtığı ufuk, " Laiklik " , " Çağdaşlık " , " Modernlik " , " Halkın egemenliği " gibi temel ilkeleri ön planda tutuyor. Bunların üstün değerler olarak benimsenmelerinin üzerinden 100 yıla yakın zaman geçmesine rağmen, mesela neden hala " Töre cinayetleri "ne kadınlarımızın kurban edilmeleri yaygın biçimde devam ediyor? Veya çok partili demokrasiye geçişimizden bu yana bütün genel seçimlerde " Şeriatçılık " , " Irkçılık ", " Faşizm " veya " Komünizm " gibi totaliterci eğilimlerin partileri azınlıkta kalmış olmalarına rağmen, hala neden bazılarımız " Şeriat tehlikesi var " diye sürekli endişe içindeyiz?
YÜKSELEN DEĞERLER Son yarım yüzyılda dört kez askeri müdahale olmasına karşın, neden " Demokrasi " hiç vazgeçilmeyen bir " Yükselen değer "i toplumun? Halk kitleleri ordusunu seviyor, güveniyor ama " Militarist " değil. " Askerlik " herkes için kutsal vatan görevi... Buna karşı " Askercilik " halkına güvenmeyen sivillerin politik deformasyonundan başka bir şey değil çoğunluğun gözünde. Bütün bu sorulara cevap ararken ve saptamaları irdelerken, " Çağdaş düşünce "nin ön şartı olan önyargısızlığı, şablonsuzluğu, özgür ve özerk olmayı temel çizgi olarak benimsemeliyiz. Gerçekler ortada. Cumhuriyetimiz ve onun topluma getirdiği değerler 83 yaşında. Fakat mesela " Töre "ler gibi, yaşı yüzlerce yıla dayanan toplumsal davranışlar, zaman zaman Cumhuriyet değerlerinin de, hukukunun da üzerine çıkıyor. Çağdaş ve demokratik Cumhuriyet'in politik örgütlenmesinin araçları " Siyasal partiler " ve tabana inen toplumsal örgütlenmesinin araçları da " Sivil Toplum Örgütleri " olmak gerekirken, tarikatlar ve cemaatler de, siyasi ve toplumsal örgütlenmenin araçları biçiminde ağırlıklarını sürdürüyorlar.
GERÇEKLER Bu tabloyu iki farklı şekilde karşılayabilirsiniz. Ya " Cumhuriyet tehlikede " dersiniz ve sürekli gergin bir ortamda toplumdaki farklılıkları daha da keskinleştirirsiniz. Ya da " Bunlar sosyolojik gerçekler " dersiniz ve demokratik uzlaşma içinde, her kesimin Cumhuriyet'in değerlerini benimsemesi için gerekli adımları atarsınız. Bu adımların başında " Eğitim " geliyor. Özellikle kadınların eğitimi öncelikli bir hedef olmalı. Sosyolog ve eğitimci Robert Maciver'in vurguladığı gibi, " Bir erkeği eğitirseniz bir kişiyi eğitmiş olursunuz, bir kadını eğittiğiniz zaman ise bütün bir aileyi ve dolayısıyla tüm toplumu eğitmiş olursunuz. " Bu açıdan kadınların eğitimini engelleyen maddi, manevi veya ideolojik tüm engellerin kaldırılması, devletin de, toplumun da en önemli görevlerinden biri olmalıdır. İkincisi de eğitim sadece okulların işi değildir. Medya da bir eğitim aracıdır. Sadece göbek atılarak ve sadece diziler yapılarak eğitime katkı sağlanmaz.
SİYASET ARAÇLARI Bir diğer önemli nokta da, nasıl dini siyasete alet edenlere karşı çıkılıyorsa, " Laikliği " de günlük siyasete alet edip, kamplaşmalara konu etmek isteyenlere karşı çıkılması gerektiğidir. Neticede din, sadece kul ile Allah arasındaki ilişkileri kapsamıyor. Dinler, ayrıca toplumsal kurumlardır da. Siyasette hüner dini devletin karşıtı gibi göstermek veya söylemlerle bu izlenimi yaratmak değildir. Cumhuriyet'in temel değerleriyle inananların arasında gerginlik varmış izlenimi veren söylemler, sadece tüm köktencilikleri yoğunlaştırır. Bu da ancak, gerçekten " Şeriat " isteyenlerin işine yarar. Bu arada hem " Çağdaş " hem " Laik " hem " Batı düşmanı " olunmaz. Unutmayalım ki Atatürk, 6'ncı yüzyılda İstanbul'da kodifiye edilmiş medeni hukuku 20'nci yüzyılda İsviçre'nin Medeni Kanunu'ndan alıp, Cumhuriyet'e adapte etti. Şimdi bu anlayışı, AB'ye üyelik hedefiyle, sürdürüyoruz. 800 yıllık Magna Carta'yı ya da 300 yıllık Habeas Corpus'u, 83 yaşındaki Cumhuriyet'in de temel devlet ve hukuk anlayışına sokarken, bundan kompleks mi duyacağız? Cumhuriyet'in başarısı, bu çizginin hiç kesintisiz devam etmesi değil midir?
|