'Morarmış' Beyoğlu, 'ermiş' Tuğçe, vesaire...
Aslında her şey İstanbul'da turist olma, orada oraya savrulma hevesiyle başladı. Tamam canım, biz de biliyoruz turist olmak; kazıklanmak, vasatın altında restoranlarda yemek, yerlisi kadar duruma hakim olamamak ve su toplamış ayaklar demek. Ama canımız yerli yersiz sırıtmak, içimizi çimdikleyen merakla sokak sokak gezmek, bir gün de olsa hayatımızdan kaçmak istiyor. Neyse, istikamet Cihangir Smyrna. Burada 'arkadaştan bilgi almış turistiz' (idare edin). Çünkü Symrna asla vasatın altı değil. Nefis bir kahvaltı ederken, yandan 'Medyada kadın' ana başlıklı konuşmalar geliyor (sen misin turist olmak isteyen. Al sana!) Konuşanlar Vivet Kanetti ve Ramize Erer değil mi? Hemen kaynıyoruz, biraz da kaynatıyoruz. 'Kadınsan ikinci sınıf çalışan mısın?', 'Gençliğin elden gidince ortada mı kalacaksın?', 'En iyisi seni koca mı paklasın?'. Düşün düşün zordur işin...
KAOSUN İÇİNDEKİ BÜYÜ! Sırada ne var? 1. Uluslararası İstanbul Fotoğraf Bienali. Aslında 15 Eylül'de başladı ama daha 31 Ekim'e kadar vaktimiz var. Hadi 'Taksim Sanat Galerisi'ndeki İlteriş Tezer Atölyesi 'İstanbul'la Buluşmak' sergisine... Kız Kulesi, Boğaz, Üsküdar sahili, Beyoğlu... Siyahbeyaz İstanbul fotoğrafları. Neymiş? Bienal, kentin kaosunu ve bu kaosun içindeki büyüyü görselleştirmeyi amaçlıyormuş. Ana merkezi Darphane-i Amire'de ama şehrin çeşitli yerlerindeki sergileri de gezebilirsiniz. Bilgi için www.ifsak.org.tr'yi ziyaret ediniz... Galeriden çıktık İstiklal'e yürüyoruz. Yanımdan bir çift geçti. Ben bu adamı bir yerden tanıyorum. Ay nerden nerden? Derken... Yahu bu bizim 'yabancı damat' Yorgo değil mi? Yanındaki de Tuğçe Kazaz! Olamaz! Tuğçe'nin durumu perişandır, çıldırmış kadınlar kategorisine bir numaradan giriş yapmıştır. Kiremit rengi bol bir tayt, mor spor ayakkabı, içinde mavi çorap. Kapişonlu sarı üst, onun üstünde siyah kısa mont, saçlar perişan, çökmüş yüzünü yazamıyorum bile... Bakmayın siz onun tane tane konuşarak verdiği "Erdim ben! Hepimiz kardeşiz, yeter ki gönüller bir olsun" demeçlerine. Zaten ne zaman bir ünlü 'erme konuşması' yapsa (hele tane tane) korkarım ben. İnanmam işte! Buraya yazıyorum "Çok kızgın, isyanlarda, kavgalarda kendisi". Neyse İstiklal'de iki adım attık, köfteci arabası modeli bir arabada siyah-beyaz fotoğraflar. Bienal'e devam mı? Değil! Abinin adı Selahattin. Türkan Şoray'ın, Müjde Ar'ın gençliğinden, pembe dizi yıldızlarına kadar toplamış siyah-beyaz fotoları. "Abi nerden buldun bu resimleri?" "Kırk yılın ürünü!" "İyi de abi, burada Tarkan'ın geçen yılki fotoğrafı da var..." Baba bakmış iş tutuyor; Tarkan'ı da yapmış siyah- beyaz nostalji kıvamında, satıyor!
TARKAN NOSTALJİSİ Bir de albümü var. Amanıııın! Ünlülerin canını sıkmak isteyen buyursun. Tarkan'ın sahilde slip mayolu ayrık dişli halini mi istersiniz, tombik yanaklı, uzun saçlı, ayrık dişli Kenan Doğulu'yu mu? Ya sahi ne ara bunların dişleri birleşti, yakalayanınız var mı? Daha kimler yok ki; Aşkın Nur Yengi, Çelik, Hakan Ural. Hadise fotoşoplu Ricky Martin'e kadar varıyor benden söylemesi! Bu arada Beyoğlu gençliği bir yerinden mora dadanmış. Mor atkı, mor pantolon, mor ceket, mor eşarp, mor tişört, mor ayakkabı... İlle de mor giyilecek, bir de Emek'te 'Filmekimi'ne gidilecek. Emek'in kapısında, görevli sınıf öğretmeni edasıyla "Geç gireni almam" diye bağırıyor. Biz 'Asi Gençlik'e yer arıyoruz, tabii 'çok geç kalmış gençlik' olarak bulamıyoruz. Kendimizi Galata'ya vuruyoruz... Onu da sonra anlatıcam...
|