Hüzün, haset ve biz
Hilmi Yavuz, Nazım Hikmet şiirine "hüzün ki en çok yakışandır bize/belki de en çok anladığımız" diye başlar. Kimbilir belki de o nedenle sevinçle karşılanacak hiç bir olayda, eğer söz konusu bir spor karşılaşmasında galibiyet değilse, sevinemeyen bir ülke Türkiye. Türkiye'nin dünyada önemsenecek, dünya edebiyatına katkıda bulunacak bir edebiyata sahip olduğunu tescil eden Nobel ödülüne bile o nedenle gerçekten sevinemedi. Ödül yazar olarak Orhan Pamuk'a verildi. Ancak onun şahsında bu ülkenin edebiyatına emek ve diline hayat vermiş olanlar, bir edebiyatın şekillenmesine katkıda bulunanlar da ödüllendirildi. Bu ödülü küçümsemek mümkün değil . Nobel edebiyat ve barış ödüllerinin verilişinde siyasi değerlendirmelerin hiç rol oynamadığını söylemek safdilliktir ama değersiz yapıtların yazarlarına da sırf siyasi nedenlerle ödül verilmemiştir. Galiba Türkiye'deki tepkinin, hele okuryazar sınıfında rastlanan saldırganlığın temelinde başka bir özelliği, haseti görmek gerekiyor. Eğer hüzün en çok yakışansa bize hiç kuşkusuz haset en iyi tanımlayandır bizi. Pamuk'un aldığı ödülün yalnızca siyasi çıkışlarına bağlı olduğunu yazmak ya yapıtlarının okunmadığına delalet eder ya da bazılarının hasetten çatladığına. O bakımdan farklı bir dünyanın edebiyat tercihlerinde belki de ödül alabilecek Yaşar Kemal'in Pamuk ile ilk konuşanlardan biri olmasındaki zerafeti görmek ve sindirmek gerekir.
Yapıtları dünya dergilerinde Orhan Pamuk, Ermeni meselesini hiç duymamış, duysa da ilgilenmemiş pek çok dünyalı okurun uzun zamandır zihin dünyasına girmiş bir yazardı. Bu yalnızca Nobel jürisinin değindiği gibi doğduğu şehrin hüzünlü ruhunu arıyor olmasından da kaynaklanmıyordu. Yapıtları hakkında dünyanın önde gelen dergilerinde yazılan yazılara bakıldığında temaları, tiplemeleri, ortaya koyduğu sorunsallar ve edebiyat bilgisinin derinliğiyle dikkat çektiği belli oluyordu. Pamuk romanın bugünkü anlamı üzerine kafa yormuş bir yazar. Kendi konularını ve dilini bulurken çağdaş romana katkı yapmak kaygısını taşıyor. Benzer şekilde durduğu noktanın ayırdedici özelliklerini vurgulama çabasını da eserlerinde görüyorsunuz. Daha ilk romanından itibaren batılılaşma, DoğuBatı arasındaki fark ve Türkiye'nin büyük dönüşümü, bunun önemi üzerine kafa yormuş. Eserlerinde Türkiye'yi sarsan büyük kimlik yırtılmasının köklerine gitmeye çalışıyor. Bu bağlamda gündeme getirdiği sorular ve cevaplar ise Doğu/İslam/Batı arasındaki meseleleri yani tüm dünyanın merak ettiği, uğraştığı konularla bağlantılı. Nobel heyetinin tıpkı daha önce Pamuk'u okumuş binlerce okur gibi bu temalarla ilgilenmesi ve romancının bakışını dünyanın dikkatine sunmak istemesi şaşılacak bir tavır değil. Romancı kimliğinin ötesinde Pamuk'un Ermeni ve Kürt meseleleriyle ilgili söylediği sözler ve yargılanması da dünyanın gündemindeydi. Yani yazar yalnızca bir romancı değil bir fikir özgürlüğü mağduru olarak da tanınıyordu. İşte tam da o nedenle Pamuk'un Fransa'daki oylamadan önce bir çıkış yapması gerekirdi. O zaman bir edebiyatçı olarak ağırlığı toplum indinde moral ağırlığıyla da perçinlenirdi. Kimbilir belki o zaman hasetten çatlayanlara rağmen Türkiye gerçekten sevinmesi gereken bir habere sevinmeyi bile becerirdi.
|