| |
Pamuk'a öfke
Öğrencilik yıllarımızda ders kitaplarında Türkiye'nin ihraç ürünleri olarak tütün, pamuk, fındık, üzüm, incir sayılırdı. Bugün otomotiv, elektronik, tekstil diye sıralanıyor. Hiç kuşkunuz olmasın bunlara yakında yazılım programları gibi bilgi çağı ürünleri de eklenecek. Türk ekonomisi olağanüstü bir dönüşüm gerçekleştirdi ama ulusça övündüğümüz başarılar listesi her zaman ve sadece "sportif" çerçeveyle sınırlı kaldı. 1950-60'larda güreşçilerimizin altın madalyalarıyla gurur duyduk. 1956'da Macaristan milli takımını bir hazırlık maçında 3-1 yenmemiz iki kuşağın tek övünç kaynağı oldu. Milli Takımımız'ın dünya üçüncülüğünü, Galatasaray'ın Avrupa şampiyonluğunu, 12 Dev Adam'ı ve Filenin Sultanları'nı başarıya susamışlığın öfkesiyle abarttıkça abarttık. Haydi, bilançoyu biraz renklendirmek için Eurovision birinciliğini de ekleyelim. Ama sonuçta kavram hazinesine tek katkımız "Türk gibi kuvvetli" deyimiyle sınırlı kaldı. Şimdi Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmasıyla 6 milyar insanın, ama özellikle Avrupalılar'ın ezberini bozacak kadar olağanüstü, kafalardaki "Türk" klişesini paramparça edecek kadar büyüleyici bir fırsat yakaladık ama tepkilere baktıkça hüzünlenmemek, hatta ürkmemek mümkün değil. Bunu "İhanetin ödüllendirilmesi" olarak görenler mi istersiniz. "Ermeni tezgâhı" diyenler mi, "Batı komplosu" arayanlar mı, "Türkiye'yi parçalama planlarının bir parçası" diye kestirip atanlar mı...
Kulp takmak çok kolay Dahası Nobel Komitesi'ni bu komploların "Şer odağı" ilan etmeye kadar varanlar bile çıktı. Onların mantığını takip edersek; 2005'te İngiliz Harold Pinter'e Nobel Edebiyat Ödülü vicdani retçi, daha önemlisi Yahudi olduğu için verildi. Hatta 1985'te aydınlara baskıyı kınamak için Arthur Miller'le birlikte Türkiye'ye geldiğine göre, "Türk düşmanlığı"nın da payı olabilir. Hem sonra onlara o gezilerinde Orhan Pamuk eşlik etmemiş miydi! 2004'te Avusturyalı Elfriede Jelinek'in ödülü almasının nedeni radikal solcu olmasıydı. Yoksa yeteneksizin tekiydi. 2003'te Güney Afrikalı John Maxwell hem yerleşik ahlak anlayışına karşı çıktığı, hem de vatanını satıp Avustralya vatandaşlığına geçtiği için ödül aldı. 2002'de Macar İmre Kertesz, Yahudi olduğu, Auschwitz toplama kampına gönderildiği için seçildi. 2001'de ödüllendirilen İngiliz V. S. Naipul'un tek marifeti İslam düşmanlığıydı. Öyle ya; İslam ülkelerinin karanlık çağlarda demir attıklarını, o nedenle karantinaya alınmaları gerektiğini söylememiş miydi? Alın bir işaret daha: Naipul'u Türk okuruna tanıtan, hatta bazı çevirilerine önsüz yazan Orhan Pamuk'tu! Listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz... Ancak bu tepkiler, korkuların, hatta fobilerin bu dışavurumları bize hiç de yabancı değil. Mısırlı yazar Necip Mahfuz 1988'de Nobel kazandığında, ülkesinde kıyamet kopmuştu. Neden? Çünkü yapıtlarında Mısır'daki rejimi yerin dibine batırıyordu. Dinin akıl, mantık ve bilim dışı tabularının üstüne gidiyordu. Kendi halkının düşmanı ilan edilmişti. Onun Nobel alan ilk Müslüman olması bile "Günahları"nı bağışlatmadı. O kadar ki geçen Ağustos'ta 94 yaşında gözlerini yumduğunda, cenaze törenine sadece 200 kişi katıldı. Ama bu tecrit, hatta dışlama, Mahfuz'un dünyada "Modern Mısır'ın piramidi" olarak görülmesini engelleyemedi. Bir başka Nobel sahibinin, 2000'de bu ödülü kazanan Gao Şingjian'ın dediği gibi; "İnsan ancak anlamadığı zaman bağırır. Bağırıp-çağıran birini gördüğünüzde, bilin ki karşınızda hiçbir şey anlamamış bir insan var."
|