|
|
|
|
|
İkinci bir 'Beş Vakit'çekmem
|
|
İstanbul Film Festivali'nde 'En İyi Film' ödülünü alan, Toronto'da baştacı edilen 'Beş Vakit' filminin genç yönetmeni Reha Erdem: Ben, 'nasıl anlatılamaz' ve 'izleyince anlaşılır olan' filmler yapılabilir, onun peşindeyim. Hep aynı filmi yapmak istemiyorum, bir daha 'Beş Vakit' gibi aynı ritimde bir film yapmam!.
Son dönem, sinemamıza yeni bir soluk taşıyan en önemli yönetmenlerden birisi olan Reha Erdem'in yeni filmi 'Beş Vakit' önceki gün vizyona girdi. Film, üç çocuğun duygu ve düşleri üzerinden Ege Bölgesi'nin Kozlu köyündeki dingin yaşamın ritmini, incelikli ve benzersiz bir sinema diliyle yansıtıyor. Senaryo ve kurgusunu da üstlendiği filmde; başroldeki üç amatörün yanısıra Taner Birsel, Bülent Emin Yarar, Tilbe Saran gibi deneyimli oyunculara yer veren Reha Erdem, malum, filmlerini yapıp köşesine çekilen bir sinemacı olarak pek göz önünde değildi. Vizyonu iki yıl geciken 'Korkuyorum Anne'den sonra dördüncü filmi 'Beş Vakit'le karşımıza çıkan genç yönetmen, Altın Portakal jüriliğiyle gündeme gelip ülkemizde de hak ettiği ilgiye mazhar oldu.
KENDİ ARAYIŞLARIM VAR Reha Erdem, özgün bir sinemacı olarak öyküden ziyade ritm peşinde olan, duygu ve ruh halini aktarmak isteyen bir yönetmen. Samimi, enerjik, sinemada yeniliklere açık bir yönetmen. Zaten filmin de yolu çok açık! Gelecek ay 1. Roma Film Festivali'nde yarışacak olan 'Beş Vakit', ardından Viyana ve Londra'ya gidiyor. Erdem, "Bir şeyler deniyorum, arayışım var" diyerek mütevazı bir ifadeyle sinemasını anlatıyor.
* Vizyondan beklentiniz nedir? Allah kerim! (Kahkahalar) Merak edenlerin gidip görmesini isterim tabii ki.
* Üç çocuk, bir köy ve adeta zaman durmuş. Kulağa sıkıcı geliyor ama 'Beş Vakit' hiç böyle bir film değil! Gözlerimiz buğulanıyor, çokça hisleniyoruz... Sıkıcı olmadığını yazınızda da belirtirseniz iyi olur. (Kahkahalar) Sonuçta karamsar gitse de, optimist bir film. Sabahla bitiyor...
* Filminiz sakin ama akıcı bir ritmi var... Kozlu'daki dingin görünen ama altında çok şey olup bittiğinin sinyallerini veren yaşamı aktaran bir seyirlik var. Orası öyle bir yer zaten. Orada, havada asılı bir duygu hali var, onu vermeye çalıştık. Özellikle manzara kareleri olsun diye çekmedik tabii. Senaryo oraya göre yazıldığı için her plan önceden belliydi... Film o hayatın ritmini ödünç alıp, yeni bir ritm yaratmaya çalıştı diyebilirim. O köyde başka bir zaman anlayışı mevcut hâlâ. İnsanların kendi zaman dilimlerini ve ritmlerini kendilerinin kurabilmesi bana çok cazip geliyor. Şahsen kendim onun için mücadele ediyorum. Köyde bir evim var, orada yazıyorum. 'Korkuyorum Anne'yi de orada yazdım. Oraları biliyorum, geçerken uğradığım bir yer değil.
* Yöreselden yola çıkıp evrensel duygulara ulaşan bir sinemanız var... 40 yıldır İstanbul'da yaşıyorum, bu kadar süre ezan duyuyorum. Tanıdığım, bildiğim şeyleri anlatmayı seçiyorum. Tabii ki sinemasal anlamda bilmediğim şeyleri de denemek isterim, ki o da ayrı bir şey.
* Peki filmlerinize baktığınızda nasıl bir sinemacı görüyorusunuz? Aslında hepsinin ortak noktası benim kendi arayışımın sonuçları olması. Hepsi de aynı bahçenin ürünleri. Kendi anlamlarımı ararken ortaya çıkıyor bu filmler. Temalar değişiyor ama hepsinin ortak özelliği bu. Hep aynı filmi yapmak istemiyorum, sıkılırım. Bir daha 'Beş Vakit' gibi aynı ritmde bir şey yapmak istemem.
* Arayışınız nedir? Benim hikaye anlatmak gibi bir derdim yok! Sinema çok zengin bir sanat, çok şeyler yapılabileceğini düşünüyorum. Ne kadar ileri gidebildiğime sonra bakacağım. Nasıl anlatılamaz ve izleyince anlaşılır filmler yapılabilir, onun peşindeyim. Bu bir iddia değil, istek. Oluyordur, olmuyordur bilemiyorum ama en büyük motivasyonum bu.
* Zaten kurgu sinemasıyla ilgilendiğiniz filmlerinizden anlaşılıyor... Ben bir filmin montajda yapıldığını düşünüyorum. Hikaye anlattığınızda montajı sadece öykünün hizmetine verirsiniz. Gus Van Sant (ünlü Amerikalı yönetmen) mesela "Gidiyorum ama nereye gittiğimi bilmiyorum" demiş. Bende de bilmediğim yerlere gitme isteği var.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|