Keyif seyahati
Hastalığım sırasında benimle Houston'a gelmek isteyen, beni çok seven birkaç yakınıma "Ne olur gelmeyin! Merak etmeyin ölmeyeceğim. Tedaviden dönüşte yaparız seyahatimizi. Hastalık değil, keyif seyahati yaparız söz," diyordum. İşte çok sevdiğim yakınlarımın daveti ve Golden Bay Tour'la yaptığımız bu gemi yolculuğunda Napoli'den (Amalfi bölgesi) sonra Venedik, Dubrovnik, Messina Boğazı (Taormina) ve Livorno'dan (Floransa ve Pizza), Barselona'ya uğrayarak görmeyi çok istediğim bu yerleri birlikte gezdik.
EN GÜZELİ RAVELLO En güzeli, Amalfi (İtalya) Bölgesi'nin en uçtaki bölümü Ravello. Ravello'da da Pallazzo Spasso Oteli'ydi. Bunu bir yere not edin, imkânlar müsait olur da yolunuz düşerse görmeye değer. Öyle devasa bir şey değil küçük bir butik otel. Terasından baktığınızda, dünya yüzünde beğendiğiniz her ayrıntıyla birlikte olacağınız için "Cennet böyle bir yer herhalde," diye mırıldanıyor insan. Oteldeki rengârenk çiçekler, palmiyeler, heykeller derken aşağı sette yüzme havuzu, çeşit çeşit yeşilliklerle denize inen bir yamaç, aşağıda beyaz kumsal, yelkenliler, tekneler, gökyüzünün, Akdeniz'in şahane mavisi, altın pırıltıları hangi hormonların salgılanmasına sebep oluyorsa insan müthiş bir mutluluk hissediyor. "Kapuçino mu, limonçello (o yörenin aşırı tatlı olmayan limonlu bir içkisi) mu?" derseniz, ben "Limonçello," derim. "En yakın zamanda en az üç gün kalmak üzere gelelim," diye kendimizi yatıştırarak dönüş yoluna girdik. Ama sular altında yıkanan bronz kadın heykelinden tutun da yarım saksılardan yapılmış ışık şapkalarından, Kapri'deki gibi rengârenk çiçeklerin içindeki oturma yerlerinden, ödüllü birinci sınıf restoranından, akşam saatlerinde mum ışığında bahçede piyano dinlemekten, güzel yemekten sonra grappa içmek gibi birçok ayrıntıya kadar hepsinde aklımız kaldı. Hani 'can çiçekleri' dediğim, beton veya asırlık taş örme duvarlardan büyük bir inatla çıkan bitkiler var ya... Orada duvarı delerek fışkırmış bitkiler değil, eflatun çiçekler vardı. Bir gün yolunuz Ravello'ya düşerse bu çiçekleri görünce beni düşünün! Öylesine şaşırtıcı bir hayat mücadelesi vermelerine rağmen öyle neşeliler ki şaşarsınız.
POSITANO'DA TERASTA YEMEK Kararlaştırdığımız gibi Positano'da suyun kenarında bir terasta yemek yedik. Ben langoustine'li spagetti ısmarladım. (Istakozun küçüğü denebilir, çok ince bir lezzeti var; hatta gurmelerin ıstakoz yerine tercih ettikleri bir ürün. İstanbul'daki lokantalarda henüz yaygın değil.) Ellerim, ağzım battı çıktı, ama çok keyifli bir yemek yedim. Üstelik mideme dokunduğu halde şarap da içtim. Daracık taş sokaklar arasında o minik butiklerin güzelliğini, üstü begonvillerle kaplı çardaktan geçmenin keyfini, seramik eşyaların şıklığını anlatamam. Biraz eski moda legodan yapılmış hissini veren katedralin duvar süslemelerini, görkemli dik merdivenlerle göğe doğru yükselişini, merdivenlerin dibinde eski model ama çok şık, açık bej rengi üstü açık bir Rolce Royce tipi arabadan inen aynı renk giyinmiş gelinin güzelliğini de anlatamam. Sorrento'da bir atölyeden limonçellolar aldık. Limon, mandalina, kremlisi derken o kadar tatmışım ki dönerken sıkıştığımız uzun tünelde daha önce fenalık geçirdiğim halde, bu sefer karanlıkta kıkır kıkır gülüp arabada çalan Pavorotti'ye avaz avaz eşlik ettim. "Deniz ne kadar güzel, hoş... Haydi, koş dalgalara koş..." Not: Önümüzdeki haftalarda da "Venedik'te vals,", "Floransa'da David'le karşılaşma," ve "Pizza'da az kalsın kimliksiz ve parasız kalıp çıldıracaktım," gibi hikâyeler anlatacağım.
|