Aşkların en güzeli
Rüya gibi süren gemi seyahatimizin limanlarından biri de Dubrovnik'ti. Denizden bakınca karşınıza sanki saklı bir koy ve önünde uzanan yay gibi ultra modern bir köprü manzarası çıkıyor. Sanki bir yelken tutturulmuş ve o açılınca girilecekmiş gibi bir hisse kapılıyor insan. İner inmez ilk durak eski kalenin içi... Yan yana butikler, kafeler, antik ibadet yerleri, Ortaçağ'daki otantik kıyafetler içinde çalan müzisyenler, ara sokaklarda minik masalarda bira içenler, pencerede, yerde çiçekleriyle çok sevimli bir yer. Orayı bırakıp yeni şehrin sahillerini gezerek şoförümüzün önerdiği ağaçların gölgesinde, deniz üzerinde bir lokantada balıklarımızı yedik. Buralarda çok doğal koylar var; sakin ve temiz. Önümüzdeki yıl Yugoslavya sahilinde mavi yolculuk yapmak için teklif aldık. Dönüşte Sönmez'le tekrar kale içinde biraz daha dolaşmak istedik, ama yapamadık. Gemiye döndük. Çünkü çok sıcak! Messina Boğazı'na geldiğimizde limanda sadece depolar görünen bir yere yanaşmıştı gemi, hiçbir şeye benzemiyordu. Çok komik pazarlıklardan sonra bir minibüsle tırmandığımız yolların sonunda Taormina'ya geldik. İnsan nereyi beğeneceğini şaşırıyor, burası da çok güzel! Bir gün sonra artık İspanya'dayız. Barcelona'yı ilk önce üstü açık otobüsle gezdik. Mimari İtalya'dan daha değişik. Caddeler, binalar daha günümüze yakın tarihte olanlarla karışmış kocaman, kocaman... Çok bayılmadım açıkçası. Herkes burada Gaudi'den bahsediyor. Yazık ki dünyanın ilgisini çeken, Barcelona'ya müthiş bir artı değer katan bu çılgın mimar, en önemli eserini bitirmeden bir taşıt altında ezilerek hayatını kaybetmiş. İlk önce Akdeniz Dalgarı isimli bir apartman tasarımını gördük. Hamile bir hanım gibi tombik, tombik, karınlı karınlı katlar ve her birinin balkonunda dalga hareketi verilmiş ferforjeden parmaklıkları var.
KUTSAL AİLE Ama esas ne demek istediklerini Sagrada Familia yani Kutsal Aile için tasarladığı katedrali görünce anladım. "Çılgın ve çok yaratıcı biri nasıl bir şey tasarlar?" diye günlerce düşünsem, bu kadar karışık ama bir o kadar da estetik ve düşündürücü bir tapınak hayal edemezdim. Kaplumbağanın sırtında yükselen sütunların başlarında yılanlar dans eder gibi kıvrılırken, belki dinlenen veya dünyayı seyreden bir su aygırıyla bitebiliyor. Mağara devrinden günümüze kadar en ilkel mimariden, Aztek'lerden Yunan ve Roma'nın ihtişamlı özelliklerinden o güne kadar gelen modern mimarinin bütün özelliklerini bir arada kullandığı gibi hiç aklımıza gelmeyecek şekilde doğayı işin içine katmış. Katedralin tam ortasında kutsal kimlikleri olan kişilerin heykellerinin içine bir hayat ağacı koymuş göğe doğru yükselen... Üstelik taş mermer renginden başka renklerle de boyamış bazı kısımları, sanki ancak kadın ve erkeğin birleşmesiyle devam eden hayatı sembolize eden sarkıtlar, peri bacaları gibi göklere yükselen sütunların tepesinde boyanmış tepsi tepsi elmalar, çilekler, muzlar var. Onun fantezilerini kullanarak en yaratıcı tasarımcılarla bitirmeye çalışıyorlar. Vatikan'dan sonra Avrupa'nın en büyük katedrali olacakmış galiba.
HAYAL VE GERÇEK Dışındaki duvarda oturup dakikalarca ağzım açık seyrettim. "Hayatım o kadar beğendinse ben de senin ismini ölümsüzleştirecek bir tasarım hayal ediyorum. Tac Mahal gibi bir abide yakışır karıma," diye fısıldayan eşime sarıldım. Sıcak olmasına rağmen bir müddet öylece kaldık. Hayır, böyle olmadı. Telaşla yanıma gelen eşim "Hayatım dışarı çıktığını haber vermiyorsun, seni arıyoruz. Haydi çabuk arabaya," diye çok romantik bir şekilde çıkıştı. Ama haksızlık etmeyeyim o sıcakta 30 yıl önce yemek yediği lokantayı bulup bana aklında kalan o güzel lezzeti tattırdığı gibi şarabımızı içerken o kadar şefkatli şeyler söyledi ki mahcup oldum.
|